Levent Kaya

Krep, HES, Çıkış yazısı, Bebeğe battaniye, Gecikmeli uçuş, Atilla, Ev, Yağmur

Levent Kaya

Pazartesi erken kalktım ama bugün yapacak çok bir işim yoktu. Öğle üzeri Erbolat’ın kursuna gidip anahtarları bıraktım. Oradan eve geri döndüm. Sefa Beyden hâlâ ses yok. Giderken borçlu kalmasam ne iyi olacak. İkindi üzeri Hakan Bey elçilikte bekliyordu. Anlaşılan Berat Bey Uvs’a gitmiş. Krep yaptı ve çikolata sürüp yedik. Ellerine sağlık. Bu arada Büyükelçi’nin bir ricası var. Benimle aynı uçakla İstanbul’a gidecek genç biri var. Yanında bir velisi olması gerekiyormuş.

Ailesi bana vekâlet vermek istiyor. Yarın sabah noter işimiz var. Akşam tüm giyeceklerimi yıkadım ve astım. Yarın çantamı hazırlamam lazım. Bu arada İstanbul’dan Samsun’a geçmek için uçak bileti ayarlamaya çalışıyorum; HES kodu diye bir şeye takıldım.


Salı günü erkenden vekâlet işini çözümledik. Oradan elçiliğe gidip adres kayıt işlemini öğrendim. Türkiye’ye dönünce 20 gün içinde nüfusa gidip kaydımı yenilemem gerekiyormuş. Güzel; elçilikte başka işim kalmadı. Bir de okuldan çıkış yazısını alsam tadından yenmez derken Buyaa hoca arayıp “gelip yazını al” dedi. Ama okula ter içinde ulaştığımda sonuç hezimet oldu. Yazı için sayı verecek memur o gün izin almış. Yine ertesi güne kaldı. Eve gidip çantamı topladım ve Bilgee’nin beni almaya gelmesini bekledim. Bilgee belki de akşam sekizden bile sonra arayıp epeyi geç geldi. Yatak takımlarını makinaya attığım için yıkamanın bitmesini beklememiz gerekiyordu. Şehre tedaviye gelmiş küçük dayıoğlunu da eve çağırdı. Makinanın on dakikası bir türlü bitmek bilmiyordu. Sonunda eşyaları taşıyıp evden çıktık.

 

Hocama vardığımızda Bilgee’nin Bilgee dayısı da ailecek annesini görmeye gelmişti. Son gördüğümde bebek olan kızları kocaman olmuşlar. O suratı hiç gülmediği için “ekşi suratlı kız” adını taktığım kızını ilk kez ona böyle takıldığım için gülerken gördüm. Bilgee ile onları yol etmeye avluya çıktık. Sonra onlara “tek çanta” politikasını anlattım. Çantamı ona göre ayarlamam gerekiyordu. Bilgee Türkiye’den dönerken kullandığı, kulbunun bir ucu kırılmış çekçekli çantasını verdi. İşim bitince atabileceğimi söyledi. Çantayı ertesi gün düzenlemek üzere odama taşıdım.

 


Ertesi (Çarşamba) sabah erken kalkıp çıkış yazısını almaya gittim. Buyaa hoca daha işe gelmemişken eve bir daha uğradım. Ben başlığımı ve maskemi, Bilgee de kulaklığını unutmuşuz. Hepsini toplayıp okula gittim. Buyaa hoca imzalayacak müdürün gelmediğini söyledi. Hemen hocamı arattım. Hocam beklemeden çıkmamı söyledi. Naran Tuul pazarının girişinde buluşup alacaklarımızı aldık. Çıkarken Bilgee’nin yeni doğan kızına geç kalmış olarak da olsa hediye olarak bir battaniye aldım. Kışın çok işlerine yarayacağını umuyorum. Pazar yerinde çıkış yolumuz üzerinde bir yerde satılıyordu. Tezgâhta kahverengi ve turuncu örnekler görünüyordu. Başka renklerini sorunca eleman “dört rengi var” deyip yeşilini çıkardı. Hocamla aynı anda başımızı iki yana salladık. Erguvan olanı çıkardığında ikimiz birden “İşte bu. Alıyoruz” dedik.

 


Oradan hocamla birlikte yemek yedik. Çıkışta Serhat İstanbul’da eniştesine verilmek üzere bir zarf verdi. O arada Berat Bey hanımefendinin bir paketini götürüp kargoya verip veremeyeceğimi sordu. Gece (sabaha doğru) hava alanına gelecekmiş. Geriye kaynanasının İsmail’e göndereceği emanet kaldı. Ama bu arada tıkanık trafik ve bunaltıcı güneş altında yorgun düşmüş olarak hocamın evine döndüm. O arada bulutlar toplanmış ve esen serin yel titrememe neden olmaya başlamıştı bile. Saat sekizden sonra hocamla kitabımızın son bölümünü gözden geçirmeye başladık. O sırada teyze aradı. Otobüs onları bizden bir, belki iki durak sonra indirmiş. O yüzden kolay olması için orta noktamız olan Nomin markette buluşmayı önerdim. Epeyi beklememden sonra kızıyla birlikte geldiler.

 

Ellerinde paket vardı ama benim hem çantamda yer kalmamıştı ve hem de ağırlık sınırına ulaştığım için ancak telefonu alabileceğimi söyledim. Zaten Moğolistan’dan Türkiye’ye torununa hediye olarak Tofita götürmeye gerek olmadığını sanıyorum. Gerçi bagaj kısıtlamasına inanmadı ve bileti göstermemi istedi ve ben de telefonumdan açıp “1 bagaj” “23 kg” yazan yerleri gösterdim. Sonuçta telefona ek olarak küçük toruna aldığı bluzu göndermekte ısrar etti.

 


Bu gece Bilgee dayının annesine çok benzediğini fark ettim. Bilgee yazlıktan kurtulamadığı için on biri geçerken Jijgee beni Victoria Town’daki Ansagan’a bıraktı. Yolda geçen son birkaç yılı epeyi konuştuk. Ansagan’a vardığımda yorgunluktan bayılıyordum. Bir saat kendimden geçmiş uyurken o da bana yolluk olarak pilav ve tavuk hazırladı. Ellerine sağlık; ona çok borcum var. Saat üç gibi beni uyandırdı ve üç buçuğe geçerken arabaya atlayıp hava alanı yoluna koyulduk. Hava serin ve titriyor olduğum için deelimi giydim. Bu sayede bagajdan kilo da eksiltmiş oluyorduk. Bir süre alanın açılmasını bekledik. Gerçekten de tam iki saat kala yani dört buçukta açtılar. O arada iyice yorulmuş ve dört saat sonra toplantısı olan Ansagan eve gitmek için izin istedi; vedalaştık. Ben biletimi almış, hatta gümrükten geçmişken Berat Bey de gelmişti ama geçip ondan getirdiği paketi alabildim.

 


Uçağa biraz gecikmeli bindik ama zaten oturur oturmaz uyumaya başladım. Bir saat kadar uyumuş olmalıyım. “Esinti yüzünden havalanamıyoruz. Gidişimiz saat on dörde ertelendi” anonsu ile kendime geldim. Pasaportlarımıza giriş vizesi vurup bizi yeniden girişe aldılar. Uyumayı orada sürdürdüm. Sekiz saat gecikme demek, İstanbul’a ineceğimiz saatte ancak havalanacağız demekti. Gerçekten de öyle oldu ve dolayısıyla İstanbul’a akşam saat altıda indik. Bütün gün bittiği gibi beni karşılayacak olan arkadaşım ve tüm planlar alt üst oldu. Gelmişken yeni bir sim kartı bakayım dedim.

 

En ucuzu 115 lira idi. Aynı işlevi gören kartın Moğolistan’da 2500 tögrög, yani yaklaşık 7 lira olmasının tek açıklaması “Bu cennet ülkede yaşamanın bir bedeli var” olabilir. Neyse Yılmaz evde idi ve servisi kaçırıp bir saat fazladan beklemek zorunda kalmama karşın Kadıköy’e gittim. En güzeli de kartla ödeme kabul etmeleri ve kartımda yetecek kadar para olması. Duş almadan önce emanetlerin sahibini arayıp konum attım. Duştan çıkmamdan bir süre sonra Moğolistan’da on altı yıl önce tanıştığım arkadaşım Atilla ile birlikte Kadıköy’e geldiler ve Kazdal’da oturup lafladık. Hem emanetleri teslim ettik, hem de geçmişi andık. Gece yarısı geçmişken paydos verip eve döndük. Sabah erken kalkıp servise gitmem gerekeceği için hemen yattım.

 


Cuma sabahı Saat beş buçukta kalkıp servise indim. Servis yediden önce Sabiha Gökçen’e ulaşmıştı. Samsun uçağı ise hatırladığım gibi sekiz buçuk dolayında değil, dokuza beş kala imiş. Olsun, geç kalmaktansa erken gitmek iyidir. İşlemimi rahatça yetiştirip hafif bir kahvaltı ettim. Hafif dediğim, otuz iki lira tuttu. Olmayan maaşım dolar olmadığı için Moğolistan’a gittiğim on bir ay önce aynı menünün yirmi dört lira dolayında olması önemli değil.

 


On buçuğa doğru Samsun’a indik ve yine kartla ödeme kabul eden servisle meydana kadar geldim. Oradan yine önüm sıra kaçan otobüsün ardından bakıp bir süre bir sonrakini bekledim. Kartımda bir kez ödeyecek kadar para kalmış. Eve vardığımda on biri biraz geçiyordu. Zili çaldım. Balkondan bakan annemin geldiğimden haberi yoktu; sürpriz oldu. Eve çıktım. Temizlendim; yıkanacakları ayırdım.

 


Biraz sonra bilgisayarı açıp gelen giden mesajlara baktım. Hocama geldiğimi haber verdim. İsmail’in gelen mesajını gördüm ama uykudan gözüm kapandığı için cevap yazamadım. Bilgisayarı kapayıp birkaç saat uyuma düşüncesiyle yatağıma girdim. Gözüm susuzluktan açıldığında tüm çevrem kararmıştı. Su içip yeniden yattım. Ne çok yorulmuşum, ne uykum varmış arkadaş? Bir ara sanki gökteki su kitlesi olduğu gibi yere iniyormuş gibi bir yağmur sesi işittim. Ama yine de Cumartesi sabahı altıya kadar yerimden kalkamadan uyudum. Yol beni iyi yormuş.

Anlayacağınız üzere artık Türkiye’de olduğum için Moğolistan’dan gönderdiğim yazılarıma ara veriyorum. Önümde ilk aşamada alacağım online dersler için ödeyeceğim parayı bulma süreci var. Yardımlarınızı beklerim. Daha güzel günlerde yeniden yazmaya başlayacağımı umuyorum. Esen kalasınız.