Levent Kaya

Masaj, Sıcak, Roman, Öykü anlatıcılığı, Polen esintisi, Babalar günü

Levent Kaya

Pazartesi öğleden sonra yine masaja gitmem gerekecekti ama zaten başka işim yokken tembellik ettim. Belki masaj gitmek gerekmese yataktan kalkasım bile yoktu. Tam evden çıkarken bugünün apartman aidatı ödemesinin son günü olduğunu hatırladım. Hocamdan aceleyle yine para isteyip ödemeyi zamanında hallettim.

Akşama dünden yarım kalan “Metal Stream of the Year” videosunun devamını tamamladım.
Salı günü yine aynı durum. Bu kez masajdan dönerken Metro-Mall’dan su ve ekmek de alıp Çocuk Sarayının önündeki parkta gölge bir yerde biraz oturdum. Yalnız bugün yine bunaltıcı sıcak vardı. Otururken yine aynı romanı okumayı sürdürdüm. Düşündüm de, aldığımdan beri böyle düzenli okusam kitap çoktan bitmiş olacaktı. Neyse, en azından gecikse bile bırakmadım. Bugün akşam Kreator’un bir iki gün önce yüklenen Santiago konserini izlerim. Kreator! Kreator! Kreator!


Çarşamba günü öğleden sonra dışarı çıkıp bu kez daha uzun süre oturdum. Yakınımdaki bankta üç genç vardı. İkisi oturmuş, üçüncü ve daha tombul arkadaşlarının sahnesini izleyip eleştirileriyle katkı sağlıyorlardı. Çocuklar bizim karşı caddedeki Kültür-Sanat Üniversitesinin öğrencisi olabilir. Anlaşılan kilolu çocuk bir tür geleneksel öykü anlatım sanatı üzerinden bildiğimiz “Ormanlar Kralı Arslan” konulu bir öykü anlatmayı çalışıyoruz. Bu arada yaşı en çok olsa 2,5 olacak bir çocuk uzaklaşmaya, yine en fazla 6 yaşında olacak ağabeyi de onu yola kaçmaktan alıkoymaya çabalıyordu. Sonunda ufaklığın eline yeşil renkli bir balon vermişler. Balona hangi çocuk hayır diyebilir. Kitaptan yine birkaç sayfa okudum. Ama çok sıcaktı ve uçuşan pamuk benzeri polenler ikindi üzeri coşup ağzıma dolmaya başladığı için kaçıp eve döndüm. Artık evlerimizin dışarıdan daha serin olduğu günler başladı.


Perşembe günü öğleden sonra hava almaya çıkıp yine parka gittim. Kollarımı kaldırıp omuzlarımı ve başımı dinlendirmeye, aynı zamanda güneş aldırmaya çalıştım. Yine arabalarında bebeklerini çıkaran insanlar ve hep görmeye alıştığım o dede vardı. Güneşte durmak iyi ama ısı 30’a dayanınca ağaç gölgesine oturdum. Bir süre hava aldım ve uyku bastırdı. Bugünlerde hareketsizlik ve eve kapalı kalmaktan olsa gerek iki gözümün kıyılarında uçuk çıkacak kadar hastalandım. Konfor bizi öldürüyor diyen kardeşim, gel bak, sıkıntı da beni öldürüyor.

Eve dönüp hemen yattım. Bir saat kadar uyumuşum. Kapının sert çalışıyla uyandım. Partilerden birinin seçim dergisi dağıtan bir dede ile genç bir kız vardı. Dedeye seçmen olmadığımı söyledim. Dergiyi uzatıp, “Olsun, tanışmış oluruz” dedi. Geri döndüm ama artık uykum kesilmişti. Bir sürü video bakıp peşinden hazır olan yemeği ısıtıp salata hazırladım. Akşam üzere göğü bulutlar kaplamıştı. Raporlar birkaç günü sıcak gösteriyor ama iyi bir yağmur bekliyorum.


Cumartesi günü Bilgee arayıp gezdirmeyi teklif etmese evden çıkmayacaktım. Kaç gündür her yanı kaplayan ağaç polenleri epeyi azaldığı için arabanın camını açabiliyormuş; beni de o yüzden aramış. Gezme dediğim de, arabasıyla iş için gittiği yerlere birlikte gittik. Gece Taşağıl ile Yılmaz hocalarımın bir yayını olacağı için erken yatıp biraz kestirdim. Kalkmama yakın evden ve arkadaşlardan arayanlar oldu. Sonra yayına geçip bir buçuk saate yakın izlemişim. O arada yağmur başlamıştı. Bir şimşek çaktı ve internet kesildi. Zaten saat ikiye geldiği için yatıp uyudum.


Pazar günü tam öğlen on ikide uyandım. Dışarısı ılık, hava parçalı bulutlu. Adil Yılmaz’ın konuşmasının kalanını da dinledim ve geyik muhabbeti başladıktan sonra başka videolara geçtim. Bugünün babalar günü olduğunu fark edince hocamı arayıp gününü kutladım. Akşam Berkant ile kitap işlerini uzun uzadıya konuştuk.
Seçime üç gün kaldı.