Levent Kaya

Ford, Eduard, Ödevler, Online görüşmeler, Bayram, Döner, Bach, Adil Yılmaz

Levent Kaya

Buralara kış gelirken aküsünü çıkararak kışı geçirmesi için sitenin girişinin karşısına terk edilen Ford cipi anlatmıştım. Geçen haftalarda hep niyetlenmeme karşın söylemeyi unuttum. İki haftadır onu artık sürekli farklı yerlerde görüyorum.

Demek aküsü takılıp yeniden çalıştırılır olmuş.
Hafta soğuk başladı. Gündüz ısıları sıfırın ancak bir iki derece üstüne çıkıyordu. Pazartesi günü elçilikten Hakan Bey arayarak ertesi gün Fransız elçiliğinden biriyle görüşeceğimizi bildirdi. Bugün geçen haftanın ödevini de gönderdim ve bir tek bugün açılan bu haftanın ödevi kaldı.
Salı günü zaten erken kalmıştım. Çevirimi erkenden bitirip elçiliğe gittim.

Öğle yemekte Fransa büyükelçiliğinden Eduard adından yaşı bizden epeyi büyük biriyle buluşup birçok şey konuştuk. Dedesi ve Ninesi Birinci Dünya Savaşından önce Ege’den Fransa’ya göçen iki Rum imiş. Yemek şehrin hemen merkezindeki çok şık bir yerde ve oldukça güzel olmasına karşın diğer herhangi bir restoranla aynı fiyatta. Reklam olsun: BlueFin, “art de cousine” diyorum.


Öğleden sonra çay ve kahve faslını elçilikte geçtiğimiz için eve biraz geç geldim ve yeğenimin sürpriz aramasıyla karşılaştım.
Çarşamba günü bu haftanın dersini çalışıp ödevini de hazırlayarak gönderdim. Böylece geçmişe dönük ödev borcum kalmadı. Bugünlerde evde zaman geçiriyorum ve başka pek bir etkinlik yok.


Bu arada, eve kapanmak Samsun’daki arkadaşlarıma da yaradı. Online görüşme grubu açtılar ve hemen her gün kaç kişi buluşup Cevdet’in çay ocağında edemediğimiz muhabbetimiz telefonda dakikalarca sürüyor.
Perşembe günü Egemenlik ve Çocuk Bayramımızı virüs koşulları altında ancak ağ üstü ortamlarda kutlayabildik.

İsmail’in denetimle ilgili bir işi çıktığı için iş yerine bir uğradım. Akşama doğru ders notunu okurken hocamı aradım. Bu kez ilk çalmada açtı. Ona danışmam gereken sözcük ve konu başlıkları vardı; o da hepsini tek tek açıkladı. “Ne var, ne yok?” sorusuna “Hocam, hepsini telefonda anlatmasam” dedim. “Yarın Cuma değil mi? Gobi’ye gidip döner yiyelim mi?” dedi. Kış başından beri sözü geçen döner buluşması sonunda geldi, he mi? Yaşasın!


Ertesi gün geçerken beni de aldı. Hoca hanım başka bir yerden, Bilgee başka bir yerden, Cicigee başka bir yerden, Bilgee’nin eşi ve küçük kızı başka bir yerde hep birlikte Gobi’de buluştuk. Birazdan ortalık kalabalık olacaktı. Garson kızlara VIP odayı sordum. “Biri kapmadan hemen girin” diye bizi oraya yönelttiler. Akşam eve geldiğimde yine Samsun’daki arkadaşları aradım, ama Türkiye’de ancak ikindi üzeriydi ve millet daha bir yandan iftar hazırlığındaydı.

Bu arada nedense Hakan ile online İngilizce dersini atladık. Belki de Hakan dersten pek memnun olmayabilir.


Cumartesi gece bir baş ağrısı ile uyandım. Eğer ilaç içmesem ertesi tüm gün bana eziyet edeceği için bir ilaç alıp yeniden uyudum. O yüzden ağrı biraz hafiflese de epeyi geç uyandım. Çeviri, bilgi, yine Türkiye ile görüşme, küçük alış veriş, derken şimdi J. S. Bach’ın St John Passion dinliyorum. Akşama çoklu whatsapp görüşmesi ve Hakan ile İngilizce dersinden sonra yine geç yattım.


Pazar sabahı, Pazar rutini. Dün Bach dinlediğim için olmalı, youtube bana Bach’ın Toccata ve Fugue eserini gitarla çalan Edson Lopes adında bir gitar ustasını önerdi. İkili ve dörtlü sunumları da varmış ama internette dörtlüleri bulamadım. Her biri tam ustalık sergisi.

Buna karşın bir videoyu beğenmeyen 23 kişi gördüm. Bir zamanlar arkadaşların Mete Aksoy, Kutlu Altay Kocaova ile bizim de böyle sapıklarımız vardı. Kitabımızın internete konduğu daha ilk gün girip (demek takip de ediyor) “beğenme” tuşuna basarlardı. Buna “ruh hastalığı” dersem kesin kızan olur. Be adamım, hadi kitabı göresin yok, bari bir hafta geçmesini bekle de göze batma!
Öğleden sonra Adil Yılmaz’ın online seminerini dinledim. Hakan ile İngilizce dersi yaptık. Samsunlu arkadaşlarla olağana bağladığımız görüşmeden sonra paydos ettik.