Levent Kaya

Bat-Erdene, Uygulamalı Dil Bilimi, Dijital ortam, Ödevler, Lahmacun, Dark Roots

Levent Kaya

Pazartesi günü çok erken kalktığımı söyleyemeyeceğim. Evi ve kendimi iyi bir temizledikten sonra çevirinin başına oturdum. Bugünkü sayfaları çevirince kitabın bitişine 6 sayfa, yani iki günlük iş kalmıştı. Zaten Çarşamba günü göndermem gerekiyor. Bu kez işin tam zamanına yetişmesine sevindim. Öğleden epeyi sonra Bat-Erdene’e mesaj attım. Beş sularında Café Bene’de buluşalım dedi. Bilgisayarımı yanıma alıp kafeye gittim. Geldiğinde açıp Yıldızlar belgesel tanıtım yazımı gösterdim. Sürpriz! Geçen hafta hocama sınattığım dosya cücükte, o da geçen hafta 25.000 tögröge aldığım bel çantasında. Fark ettiğimde “Eyvah! Bu yanlış dosya” dedim. “Belli zaten. Ama sorun değil, ben anlıyorum” dedi ve okudu. Becerebilirsek bu yaz bunu çekmeyi umuyorum. Ayrıca kay toyu ile ilgili teklif metnimi de okuttum. Bu arada geçen hafta Hövsgöl’e tatile gittiklerinde karşılaştıkları çifti anlattı. İnanılmaz ama bizim Öömii ve Enhtuyaa abla.

 

Kalktığımızda saat altıya geliyordu. Tam alış veriş merkezinden çıkıp köşeye geldiğimde telefonum çaldı. Tanımadığım numara. Adımı sordu, Uygulamalı Dil Bilimi dersi hocasıymış. Dönem başından beri göremediği için merak etmiş. Japonca hocası olduğu için bizim değil Yabancı diller bölümünde, dolayısıyla tanışmıyoruz. Çarşamba günü okula gelince mesaj atacağını söyledi. Eksik ödevlerim varmış. Okulun dijital sistemini kullanmayı bilmediğim için başıma gelene bak. Canım sıkılmadı değil. Önce hocamı arayıp durumu anlattım. “Merak etme, hallolur” dedi. Sonra bölüm başkanını aradım. O da “Merak etme, hallolur. Çarşamba günü ben de öğleden sonra okulda olacağım. Gelince uğra” dedi.
Gece geç saatlere kadar online görüşmeler yüzünden düşündüğüm gibi erken yatamadım. Ama bu gerginlik uyutmadığı için de sabah yedi olmadan uyanmışı. Kalkıp duş aldım, yediyi beş-on dakika geçiyordu. Çeviriye başladım. O arada hocamın kızı mesaj gönderip iki sayfalık bir metni Moğolcadan İngilizceye çevirip çeviremeyeceğimi sordu. İşini araya alacaktım ama kendi çevirimi de düşününce akşama kadar süre istedim, o da verdi.

 

Saat 12’ye gelirken Bat-Erdene arayıp yemek yiyip yemediğimi sordu. Yemediğimi söyleyince Halit’in açtığı şavurmacıya çağırdı. En azından elimdeki sayfayı çıkarıncaya kadar zaman istedim. Dediği yer Seul Caddesi üzerinde, Merküri’nin üst köşesinde. Yine belgesel işlerini ve salgın yüzünden çıkan belirsizlikleri konuştuk. Yaz için bana seçenekler anlattı.

 

Eve döndüğümde bir sürü işim olmasına erken kalktığımdan uyku bastırdı. Uyandığımda saat beşe geliyordu. Hemen Moğolcadan çeviriye başladım. Bir yandan da ocağa pilavı koymuştum. Bir yandan yemeği hazırlarken çeviriyi bitirip yediye doğru gönderdim. O da bana “Haha, gerçekten akşam oldu” diye mesaj göndermiş. Neyse, en azından işini zamanında yetiştirebildiğime sevindim ama ödev işi canımı sıkıyordu.
Ertesi sabah daha geç kalktım. Bu arada dışarda kar serpiştiriyordu. Ama dünden kalan eksik sayfalarımı da tamamlayıp bugün kitabın çevirisini bitirip sahibine gönderdim. Öğleden sonra saat üç gibi okula gittim. Mesaj gelmesini beklerken önce bir saate yakın Türkoloji’de takıldım. Ardından normal zamanda zaten boş yakalamamız fermana bağlı bölüm başkanını boş bulmuşken oturup iki saat kadar onunla Altay dilleriyle bağlantılı çok önemli ayrıntıları konuştuk. Yeni “darı” bağlantısından haberiniz oldu mu? Ona ne katkılar sağlayabileceğimizi bir bilseniz… Ama saat altıyı geçerken oradan ayrıldığımda hâlâ mesaj gelmemişti. “Hocam, uygulamalı dersinden mesaj gelmedi” dedim. “Biraz daha bekle. Hocandan mesaj gelsin, hallolur” dedi.

 

Perşembe günü yeni bir çeviriye başladım. Beklediğim mesaj da gelmeyince tüm gün evden çıkmadım.

 

Cuma günü yine gerilimden erken kalkmışım. Eksikler için markete gidip geldikten sonra bile ses yoktu ama göğü iyice açık ve ılık bu günde evde durmak istemiyordum. Kapıdan çıkıp bankaya doğru yürürken ders öğretmenine mesaj gönderdim. Biraz sonra beni aradı. “Seni unuttum. Okuldayım, yakındaysan gelebilir misin?” dedi. Hemen yanına gittim ve bana sistemde ödevlerin nereye yüklendiğini gösterdi. İtiraf ediyorum, aslında kolaymış. Ama derler ya, “Benim yaşımda dağda kurt kalmamışken…” Aranızda bıdı bıdı etmek isteyen mi var? Tamam, genç gösteriyorum ama sınıf arkadaşlarımın hepsinin babası yaşındayım be yahu!

 

Oradan çıkınca çay içmeye çağrıldığım elçiliğe yürüdüm. Salgın yüzünden sakin görünmesine karşın herkes işine devam ediyordu ve bir ara çay almaya gelen iki görevlimiz de işleri çok olduğu için bizimle lak lak yapamayacakları için kusura bakmamamızı rica edip izin istedi. Elbette işin önce geldiğiniz hepimiz biliyoruz. Onlar görevlerini bu durumda bile düzenle sürdürüyorlar. Kusura bakacak bir şey yok.
Eve doğru yürürken hava kararmış ve yel sert esmeye başlamıştı. Nedenin bilmiyorum, ense kökümden başıma kötü bir ağrı da giriyordu. Kaç gündür gerginlik ve uykusuzluktan olmalı. Eve geldiğimde başımı dik tutacak halim yoktu. Uzanıp yarım saat uyuduğumda kendime geldim. O arada yeğenim benim için çizdiği resmini göstermek için arattı. Sonra bir arkadaşım online aradı. Sonra Mehmet Emin amcamız aradı. Sonra bir arkadaşım da… Aramalara yetişemiyordum. O arada ödevlere bakmaya aman olmadan saat gece yarısını geçmiş.

 

Cumartesi günü rahat uyandım. Çevirimin bugünkü bölümünü bitirip ödeve başladım. Üç ödevi hazır ettiğimde Samsun’dan Kenan ve Vasfi bey arayıp ortak görüştük. Kenan olunca gırgır kırılıp gidiyor elbette. Ama işin kötüsü, hangisi olduğunu hatırlamıyorum, aklıma yedi aydan daha uzun süredir yemediğim lahmacunu düşürdü. Görüşmeden sonra dördüncü dersin metnini okumaya başladım. O arada lahmacun ağır bastı ve Bilgee’yi aradım. Evet, Gobi’de lahmacun oluyormuş. Akşam Sansar’dan işe dönerken beni aldı. O sırada yine kar yağıyordu. Cicigee daha iş yerindeydi. Onu da çağırıp Gobi’ye geçtik. Zaten eve yiyecek malzeme de alacaktım. Ben lahmacun isterken gençler karışık pide aldı. Üzgünüm, lahmacunun hamuru da kıyması da Türk standartlarına göre çok kalın, yeşillik az. Her şeyin lezzetinin yerinde olmasına bir şey demeyeceğim ama bu şey lahmacundan daha çok pideye benzediği için keyfini alamadım. Dışarı çıktığımızda kar sonrası hava temiz ve harika görünüyordu. Eve döndüğümde ders notunun kalanını okuyup ödevi tamamladım ve ilk dört ödevi ders öğretmeninin adresine gönderdim.
Pazar sabahı geç kalktım. Türkiye saati ile sabah 6 sularında sol kulağımı kim çınlatıyordu? Yine kar atıştırıyordu ve bir ara hava saat çok geç olmuş gibi karardı. Evi ve kendimi temizledikten sonra geç bir kahvaltı ve peşinden alış verişe çıktım.

 

Şu anda ben bunları yazarken, ısı dört derecenin üstüne çıkmasa da güneş parlamaya başladı. Testament’in Dark Roots… albümü çalıyor.
Akşam yemeğe Ansagan geldi. İşleri de konuştuk ama mevcut salgın durumunda kimse önünü göremiyor. Hepimiz olası çıkmaz durumuna göre önlem düşünmeye başlamışız bile. O gittikten sonra bir ödevimi daha bitirdim ve ardından da online İngilizce dersimizi tamamladık.
Bu şimdiye kadarki en uzun yazım oldu.