Levent Kaya

Hocamın mesajı, Dördüncü bölüm, Hürrem, Mezuniyetim, Yeğenim

Levent Kaya

Öğleden önce hocam “Ne var ne yok? Bi ara bize uğra da kitabı yoklayalım” diye mesaj attı. Samet eve ikindi üzeri gelip yeni evine taşındı. İş çıkışına doğru Bilgee’yi aradım ama geliş gidişi uyduramadığımız için o gün evde kaldım.


Salı günü işim erken bitince uzun süre gidip gitmemeyi düşündüm. Akşama doğru Bilgee arayıp gerçek adı Dorjtsenbee olmasına karşın herkesin Cicigee (Küçük) dediği dayıoğlunun arabayla geldiğini ve akşam bizi de alıp eve gideceğini söyledi. Zaten çantam hazırdı; bilgisayarımı da koyup evde çıktım.


Ertesi sabah herkesten önce uyandım. Aşağı indiğimde hocamın hâlâ uyuyor olmasına sevindim. Çoğu zaman çok az uyuyup sabah çok erken kalkıyor ve bu yüzden kısmen sefil olduğunu düşünüyorum. Salonda oturup çevirime oturdum. O gün hoca hanımın online dersi olduğu için hocam onu okula bırakıp dönünceye kadar günlük çevirimi bitirmiştim.
Birlikte kitabın dördüncü bölümü olmasını tasarladığımız kesimini elden geçirmeye başladık. Bölüm 41 sayfa; bir de 10 sayfalık eki var. Bütün gün çok çalışmamıza karşın ancak 15 sayfa bitirebildik. Ama zor kesimi geride bıraktık; bundan sonrası daha çabuk olur.


Akşama 1 Nisan günü karantina olduğu için ülkenin tüm mizah sanatçılarının ortak hazırladığı bir televizyon gösterisi vardı. Her bir grup sırayla çıkıp gösterisini sundu. Gruplardan birinin “Hürrem” konulu gösterisini bayıldım. Şimdiye kadar gördüğüm en güzel Hürrem projesi idi; kahkahadan kırıldım. Aslında, hepimiz kırıldık. Biri altyazılı yayınlasa da hepiniz de kırılsanız ne iyi olur.


Bu gösteri dolayısıyla yattığımda gece yarısı geçmişti. Yine de sabah sekiz sularında kalktım. Bugün Bilgee’nin izin günü ama göz doktoruna gitmesi gerekiyor. Giderken annesini okula bıraktı. Biz de hocamla kaldığımız yerden kitabı sürdük. Hoca hanım okuldan dönene kadar kalan 35 sayfayı tümüyle elden geçirmiştik.


Bilgee’nin kızları bir türlü evde durmuyordu. Hocam bari markete götürüp bir şeyler almaya niyetlendi. Ben de artık eve dönmek için izin istedim. Hazırlanıp evin çitinden çıktığımızda hoca hanım karşıdan geliyordu. Onlar geri dönerken ben izin isteyip evime geldim.


İki gün hocamda kaldım ya, can sıkıntım geçmiş. İki aydır evde duvarlarla konuşmaktan darlanmıştım; arada değişiklik iyi geliyor. Yine de mümkünse kalabalık değil, tek başına yaşaması gereken biri olduğumu her geçen gün daha derinden anlıyorum.


Cuma günü öğleden sonra Anhbayar hoca aradı. Kayıttaki memure onu arayıp, mezun olduğum okulun Türkçe ve İngilizce adlarını bildirmemi istemiş. Ona da dediğim gibi, “Kendisinde telefon numaram var; beni neden aramıyor?” Üstelik noter onaylı İngilizce öve Moğolca çevirilerini vermiştim. Önemli değil; Öğleden sonra okula gittim. İç giriş kapıları değişmiş, çok fiyakalı ağaç kanatlar takmışlar. Ortalıkta pek kimse yok. Beni çağırtan memureyi de saat ikiyi geçene kadar bekledim.

Gelmeyince eve döndüm. Pazartesi sabahı bir daha bakacağım.
Cumartesi tüm gün evden çıkmadım. Hocamla elden geçirdiğimiz bölümleri bir daha düzenledim. Akşama youtube’dan Kreator konserine baktım. Sahi, Tarantino’nun “Bir Zamanlar Holywood’da”sına bakacaktım. Bir ara…


Perşembe’den beri gündüz +15 derecenin üstünü görür olduk. Bir zamanlar gündüz 0 dereceyi göremezken, şimdi gecenin en düşüğü sıfırın üstünde.


Pazar günü öğleden sonra markete uğrayıp diş fırçası, sıvı sabun, çerez, diğer sebze alıp eve geri döndüm. Tam marketteyken evden aradılar. Yeğenim özleyip beni görmek istemiş. Eve dönünce geri aradım.
Akşama yemeğe Ansağan geldi. Evde yemeğim olmadığını sandığı için bir sürü kıyma ve bütün bir but getirmişti. Karnımızı doyurduk, çayımızı içtik. O kaç aydır bir sürü soruna, en sonunda da virüs derdine takılan işin toplantısı olacağı için oraya gitti.


Böylece bir haftayı daha tükettik.