Levent Kaya

Virüs gerginliği, Biz Türk üz, iPhone 7, Marmara, Decathlon

Levent Kaya

Samet’in kayıt işlemleri için Pazartesi sabahtan okula gittik. Öğrenci ilerine girdiğimizde tüm çalışanlar bir ağızdan ‘Maske takın!’ diye bağırdı. İkimizden başka herkesin ağzı zaten kapalı, yani kimseye bir şey bulaştırmamızın imkânı yok. Bu gerginliği anlamanın yolu yok. Ders dönem ücreti ve yurt ücretini öğrendik. Şaka olsun diye ‘Biz Türk’üz bize bir şey olmaz’ dedim. Buyaa hoca Ciddiye alıp ‘Öyle bir şey yok,” demez mi? Çıkar ayak ‘Çok çok ölürüz’ dedim. Gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Kesin arkamızdan ‘Bunlar deli’ demişlerdir.

 

Öğleden sonra Samet başvuru parasını yatırdı ve resmen kayıt süreci başladı.

 

Salı günü öğleden önce yabancı öğrenci yurduna gidip Müdüresi ile görüştük. Ağzından maske olmayanı kapıdan içeri almadıklarını bildiğimiz ve Buyaa hoca dört kere hatırlattığı için gitmeden Samet’e de maske almıştık. Samet daha önce pek kimseyle birlikte kalmadığı ve resmi gerekçe olarak da doktora öğrencisi olduğu için tek kişilik odada kalmak istediğini söyledi. Odalar dolu. Müdüre Hanım tek kalan bir kişi olduğunu, okulu bitirdiğini, o gidince Samet’in odaya girebileceğini, ama sınır kapandığı için elemanın gidemediğini, dolayısıyla beklemesi gerektiğini anlattı. Bu sırada Buyaa Hanım yandaki kütüphanedeydi. Oraya geçtiğimizde durumu sordu, ona da anlattık. Sözü geçen tek kişilik odanın sahibi karşısındaki kanepede oturuyordu. Bizim Orta Anadolu köylülerine benzeyen, başında kasket bir İç Moğol. Doğrusu, yurt onun gibi evine gidemeyen İç Moğollarla dolu.

 

Gidiş gelişler durduğu ve tatil de bir ay uzadığı için ders kaydını bile bir hafta uzattılar.

 

Çarşamba günü Buyaa hoca arayıp, Samet’i ertesi gün oturma izni için Göç İdaresine götüreceğinden önce yurda uğrayıp Müdüre’den adres bildirimi, oradan da onunla Semt Muhtarlığına gidip Oturum Belgesi almamızı söyledi. Öğle üzeri o işi hallettik. Akşama Bilgee ile görüşecektik ve daha çok zaman vardı. Eve dönüp biraz kitapla uğraştım. Akşam 5’i geçerken çıkıp para bozdurmak için Naiman Şarga denen yere doğru yürürken telefoncuların önünden geçiyorduk. Samet telefonunun şarjı dandik olduğu için zaten yakınıyordu. İçeriyi bir görmek istediğini söyleyince girdik ve çıkarken Türkiye’nin neredeyse üçte biri fiyatını aldığı 32 GB’lık yeni bir iPhone 7si vardı. Çıkışta öteki sokakta dolar bozdurdum. Oradan Ankara Center’a kadar yürümek istemediğim için taksi tuttum. 3. Mahalle’nin ortasında inip yol boyunca satılanlara baktım. Kendime kışlık güzel bir tayt ve bir çift eldiven aldım. Eldiven ve atkı gibi kışlık giyim parçalarını kullanamama, dolayısıyla kaybetme konusunda çok becerikliyimdir. Bu yıl ikisini de kullanıyorum.

 

Hüsmen Bey’in oğlu Serhat, on beş yıl önceden tanıdığım Kazak bir doktorun kızıyla nişanlı. VIP salonunda dünürlerin buluşması vardı. Bilgee’nin paydos saati de gelmişti. Arayıp giriş salonunda olduğumuzu haber verdim. Bilgee gelene kadar zaten VIP dağılmıştı ve bizi görünce Hüsmen Bey yanımıza geldi. Oturup gelişmeleri ve Curonavirus’un ülkede yol açtığı çılgınlığı çekiştirdik. Saat 10 geçtiğinde paydos ettik ve herkes evine gitti.

 

Perşembe günü Samet’in sabah 9da bizim okul binasının arkasında hazır olması gerekiyordu. Sabahın o erken ve hem de soğuk saatinde evden çıkasım hiç yoktu. Üç dört kere yolu bulup bulamayacağını sordum. Düz gidiyorsun, meydanın köşesinden sola dönüyorsun, caddenin bittiği yer. O sırada saat 11’e kadar uyumuşum. Bir saatte gidip bir saatte gelseler, oradaki işleri de bir saat sürse, eve gelmesi 12’yi bulur diye düşünürken kapıyı çaldı. Yolların boş olduğunu, göç idaresine yalnızca kendisinin gittiğini ve geldikten sonra Buyaa Hanımla okula bile girip talimat aldığını anlattı.

 

Akşam yemeğe Recai’ye gidip ikimiz de birer Hünkârbeğendi aldık. O arada Marmara’nın sahipleri Aynur ile Kuzu Tilewbek gelmişti. İngilizce dersine ne zaman başlayacağımızı sordular. Bu aralar bütün dersler durduğu için her zamanımın müsait olduğunu, ama bu hafta Cumartesi akşamı hocamlar geleceği için o günü es geçmemizi söyledim. Cuma akşamına anlaştık.

 

Cuma günü öğleden sonra Samet de merak ettiği için gerçek adı Naran Tuul olan kara pazara gittik. Epeyi işe yara şey aldık ama kışın bir özelliği olarak oraya her gittiğimde olduğu gibi bugün yine dondum. Hava ılıkken böyle oldu, daha soğuk olsa ne olacağını da çok iyi biliyorum. Akşam Marmara’da yaptığımız ders iyi geçti.

 

Cumartesi günü yeni çeviriye başladım. Öğleden sonra kısa süreliğine çıkıp marketten eksikleri alıp eve döndük. Bu arada sokakta maske takanların sayısının önemli ölçüde azalmış olduğunu gördüm. Eve girmemizin üzerinden çok geçmeden hocam arayıp nerede olduğumu sordu. O gün okula gelmiş ve işi bitmiş. Biraz sonra eve geldi. Samet bu süreyi boşa geçirmek istemediği için Moğolca dersi almak istiyordu ve bu işin ustası olan Hoca Hanım isteği kabul etmişti. Çok geçmeden Hoca Hanım da kapıyı çaldı. Biraz sonra Samet ile ikisi derse başlayınca biz çıkıp çay içtik. Hocam çayın peşi biraz Metro Mall’u gezmek istedi.
Eve vardığımızda ders bitmek üzereydi. Hoca Hanım aslında yazıdan başlamayı düşünüyormuş ama Samet hafta içinde hep alfabe çalıştığı için doğruca ikinci konuya atlamışlar. Bu kez hocamlar ders bitince çok beklemedi; toparlanıp çıktı.

 

Pazar sabahı Kuzu Tilewbek bizi Tous les Jours’a kahvaltıya çağırmıştı. Giderken -32 derece idi ve doğrusu çenemi yolda bırakmaktan korktum. Çıkışta istedikleri çayı da teslim ettim. Eve gelince yine bir saat kadar uyudum ama kendime geldim. Çeviriden sonra Samet Decathlon’un mağazasını görmek isteyince havaalanı yolundaki alış veriş merkezine gittik. Çıkışta yalnızca 2 kilo patates ve bir de ahşap yemek kaşığı almıştık.

 

Hazırladığımız akşam yemeği tam anlamıyla efsane oldu.