Levent Kaya

Tır sürücüleri, Henri, Dördüncü dokuz, Kısır, Sodalı ayran

Levent Kaya

Hafta sakin başladı. Doğrusunu söylemek gerekirse nasıl başladıysa da öyle bitti. Akşam yalnızca hava alıp biraz yürümek için dışarı çıktığımı saymasak bütün gün evde takıldım. Akşam çıkınca fark ettim; bugün biraz serin geçmiş.


Salı günü buraya bu kez gelişimin dördüncü ayını belirliyordu. Akşamki İngilizce dersine de Cumartesi günü gibi bir tek 9uncu sınıf öğrencisi olan çocuk geldi. Çocuk zeki, konuşuyor, soruyor, meraklı ve açık. Konumuz ekonomi idi, bana bir sürü akıl verdi.


Çarşamba günü öğleden sonra çıkıp apartman aidatını ödedim. Akşam hocamı arayıp istirahatinin nasıl geçtiğini sordum. Keyfinin yerinde olduğu kurduğu cümlelerden belli. İsmail’in bir işi olduğu için akşamüzeri çıkmış Ankara Center’a gitmem gerekiyordu. Tam evden çıktığımda Bilgee arayıp aidatı sordu. Ödediğimi ve işe gittiğimi söyledim. Gelirse orada olacağımı da ekledim. O gün zor olacağını, ertesi gün görüşmemizi söyledi. Ankara’ya gittiğimde Azerbaycan’ın buradaki doğal temsilcisi Abbas ve yanında ilk anda arkadaşları olduğunu sandığım bir sürü insan vardı. Yemekten sonra kalıp biraz lafladım. Meğer adamlar Hüsmen beyin mallarını getiren tır sürücüleriymiş. Laf uzayınca oradan sekiz gibi çıktım. Evin köşesine geldiğimde marketin kapanış saatinin sekiz olduğunu gördüm. Alacaklarım yarına kaldı.


Perşembe günü güya Bilgee’nin izin günü, ama çocuk ne zaman izin yapsa erişilmez oluyor. Öğle üzeri aramamı geri çevirdiği gibi gün boyunca da aramadı. Öğleden sonra İsmail’in teslim etmemi istediği ödeme için THY’ye gittim. Marmara’ya çok yakın olduğu için çıkışta oraya uğrayıp Recai’nin elinden Adana yedim. Dersten çıkınca market kapanmış olacağı için aceleyle marketten alacaklarımı alıp eve bırakıp son hazırlıklarla koşarak derse ancak yetiştim. Akşam ilk grubun son İngilizce dersine doğru giderken Bilgee aradı. Ne zaman izni olsa bir iş bulup rahat vermediklerini, büyün gün sandalyeye ancak oturduğunu anlatıp dersten kaçta çıktığımı sordu. Derse gelen olmasa ona haber verip görüşmeyi konuştuk ama 9uncu sınıf öğrencisi yine tek katılımcı olduğu için dersi ekemedim.


Cuma günü öğlen sonu okula gidip doktora için ikinci dönem başı buraya gelmesi gereken Samet adındaki arkadaşın davetiyesini yokladım. Yabancı öğrenci görevlisi işlerin artık dış işlerinde eskisine göre çok daha sıkı olduğunu ve topun şu anda bakanlıkta olduğunu anlattı. Oradan bizim kata çıktım. Bölüm başkanını ilk kez boş otururken gördüm. Meğer her yıl olan bölümler arası spor karşılaşmaları olduğu için ortalıkta kimseler yokmuş. Fırsat bu fırsat, hem tez konumla hem de genel olarak Altay dilleri konusunda onunla epeydir konuşmak istediğim konuları masaya yatırıp yazıp çizdik.

O arada Moğolca Dil Düzeyi ile ilgili bir belge almak istediğini, bunun için ne zaman sınava girebileceğini soran biri geldi. Erdenet’te yaşıyormuş ve Ulaanbaatar’a sık gelmiyormuş. Elemanın aksanı Fransız’a benzemekle birlikte, Moğolcası da rahat olmasına karşın yazıldığı gibi, örneğin “şalgalt” sözünü yazıldığı gibi “şal-galt” diyerek söylüyordu. Bölüm başkanı sınavların ancak dönem sonunda olduğunu söyleyip adını ve irtibatını not aldı. Adının “Anği” (Henri) olduğunu söyleyince Fransız mı İsviçreli mi olduğunu sordum. Fransadanmış. Bu arada, Henri’nin üzerinde açık kahve renkli harika bir deel vardı. Ben de istiyorum ama ah işte parasızlığın gözü kö olsun. Biri de “Levent al, bu 10000 senin” demedi ki! Sonra, yüksek lisans savunmasına gelen gençler içeri girip yaklaşan savunmayı beklemeye başladı.


Öğleden önce çeviriye zamanım olmamıştı. Eve dönüp işime giriştim. Akşam değişiklik olsun diye aklıma film bakmak geldi. Star Wars’un son bölümünü buldum. Doğrusu bu son üçlü hiç olmasa seri için daha iyi olacaktı ama son üçlü içinde en azından daha katlanacak kadar güzel olmuş. Bir de aile bunalımı mesajını anlasam daha iyi olacaktı. Şimdi ne olacak; bu filmi yapanlar dünyanın canına okuyanların çocuklarına “Aile büyüklerinizi öldürüp kendinize başka say adları alın” mesajı mı verdi?
Cumartesi sabahı geç uyandığımı sandım ama yine de yatağın keyfini çıkarmaya çalıştım. Kalkıp salona geldiğimde saat daha dokuz idi; hiç de düşündüğüm kadar geç değilmiş.

 

Kahvaltı, çeviri, son hazırlık derken kurstaki yeni İngilizce sınıfının dersine gittim. Ancak dersten çıktıktan sonra öğrencilerimin 6 ve 7inci sınıf öğrencileri, dolayısıyla 12-13 yaş gurubu olduğunu fark ettim. Ben de İngilizce öğrenmeye onların yaşındayken başlamıştım. Bugün dördüncü dokuz başladı ve hava, nazarlar değmesin, inanılmaz derecede ılık. Gündüzleri ortalama -20’deyiz, çoğu zaman -15’i gördüğümüz oluyor. Bunun yazın kuraklığa neden olmasından ürkmüyor değilim. Eve dönünce hazırladığım kısır geçenkinden bile iyi oldu. Bu kez eve gelirken yoğurt alıp ayran bile hazırladım.


Pazar sabahı için bir niyetim yoktu ama farkında olmadan Pazar keyfi etmişim. Gözümü açabildiğimde saat 11e gelmişti. Telaş etmem gerekebilirdi ama sakince kalkıp kahvaltı hazırladım. 1e kadar çevirime el atıp kursa gitmeden biraz dinlendim. Artık bu sınıfla dersleri genel olarak ne yapıda yürüteceğim yaklaşık belli oldu. Soda denen içeceğe hâlâ alışamadım ama ayranı soda ile sevdiğim için eve gelirken site içindeki dükkândan soda aldım.

 

Tam eve gelip ayran hazırlamıştım ki Bilgee aradı. Evde olduğumu öğrenince hemen geldi ve iki haftadır çözemediğimiz işimizi konuştuk. Ona da kısır ve ayran verdim. Saat 7 onun işinin dağılma saati. Arabayı bırakmak üzere işe döndü. Ben çevirinin geri kalanına ve kitaba daldım.