Av. Tufan Akcagöz

MESMUKE

Av. Tufan Akcagöz

Cumhuriyet Halk Partisi tüzüğünün kuruluş ve ilkelerini belirleyen birinci maddesinin dördüncü fıkrası der ki; ‘Cumhuriyet Halk Partisi, başta Kurtuluş Savaşımız olmak üzere aydınlanma ideallerini, emek mücadelelerini, sosyal demokrasinin özgürlük, eşitlik ve dayanışma ilkelerini benimseyen çağdaş demokratik sol bir siyasal partidir.’

Özgürlük, eşitlik ve dayanışma..

            Ve devam eder; ‘Cumhuriyet Halk Partisi hukukun üstünlüğünü, insan hak ve özgürlüklerini, laikliği, çoğulcu ve katılımcı demokrasiyi, cinsiyet eşitliğini, sosyal devleti, sürdürülebilir ve kapsayıcı büyümeyi ve insan onuruna uygun barışçıl ve hakça bir dünya düzeninin kurulmasını vazgeçilmez temel ilkeleri olarak kabul eder.’

            İnsan hak ve özgürlükleri..

            Parti programı ise bir çok yerde ‘…sosyal demokrasinin temel değerlerini benimseyen bir anlayışla’ iktidara gitme hedefinden bahseder. Hiçbir dini, mezhepsel, etnik köken gözetmeksizin insan odaklı gelişmeyi amaçlayan Cumhuriyet Halk Partisi’nin izlediği yol, hiç şüphesiz sosyal demokrat olmanın da gereğidir.

           Hal böyleyken, Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan, Bolu'da yaşayan yabancı uyruklulardan su ve katı atık vergisinin 10 kat fazla alınabilmesi için konuyu meclise taşıyacağı açıklamalarıyla gündeme geldi.

             Bir kere, hemen söyleyelim ki, böyle bir karar alamaz; alsa bile bu kararın hukuken savunulacak bir tarafı olmadığı gibi, uygulama alanı bulması da mümkün değildir.

               O halde bu çıkışı niye yaptı?

            Başkan, ifadelerine ‘Bana faşist diyecekler. Desinler, umurumda değil.’ diyor ve ekliyor; ‘..Bu misafirlik fazla uzadı’

            Misafirliğin uzadığının hemen herkes farkında ama bu sorunu çözmek ya da kendince bir takım hukuk dışı metotlarla çözmeye kalkışmak, Belediye Başkanı’nın işi midir?

               Göç, bir insanlık dramıdır.

         Göç, göçmenlik gibi konular ortaya atıldığında elinde nargilesiyle bir Suriyeli fotoğrafı eşliğinde ülkemizde bulunan göçmenlere karşı insanlık dışı sözler edilmesini bir insan olarak kabul etmemiz mümkün değil.

              Kimse memleketini terk etmek istemez.

            Sizin tek bir gün bile kalamayacağınız, kışın soğuk, yazın kurak, toprağı verimsiz bir coğrafya düşünün.. İşte o yer, hiç tanımadığınız birilerinin vatanı ise, onlar için oldukça kıymetlidir. İnsan, kendine ait bir evin bahçesinde oturmayı özler. Camdan aşağı bakmayı özler. Komşusuyla iki çift laf etmeyi özler.. Özler de özler..

            Şimdi, gurbetçilerimizin yoğun bir şekilde Türkiye’ye, yani anavatana döndükleri aylardayız. Sorun kendilerine, hepsinin gözleri ışıl ışıl. Memleket hasreti kolay çekilecek sıklet değildir.

            Türkiye’deki Arap ya da Afgan göçmenlerin varlığı sorununa, elinde nargilesi olan bir Suriyeli fotoğrafı ile yaklaşırsanız, hata edersiniz.

            Sorun basit değil, bunun farkındayım ama tüm faturanın göçmenlere çıkarılmasına da önce bir insan, sonra da bir hukukçu olarak karşı duruyorum. Çünkü, ülkemizdeki göçmenlerin varlığı, kötü Ortadoğu politikasının öngörülebilecek bir sonucudur. Şimdi bu sonuç, başımızı ağrıtıyor. Doğrudur. Ancak, sonuçtan hareketle sorunun çözüldüğü görülmüş şey değildir.

            Peki, kötü Ortadoğu politikasının içinde kim var?

            Başta ABD.

            Sonra?

            Kim, ABD’nin jandarma karakolu görevine talip olmuşsa onlar..

            Kim zamanında, BOP eşbaşkanıyım diye böbürleniyorsa, onlar..

          Gördük, ortada böbürlenecek bir şey yok ve milyonlarca sığınmacı ülkemizi yol geçen hanına çevirmiş durumda.

           Avrupa Birliği’nden para yardımı alıyoruz ve mültecilere bakıyoruz. Bunun için Merkel bile bize teşekkür ediyor. Ne büyük onur.

       Bu sorun çözülür. Ancak bunun için, teslimiyetçi politikaları bir tarafa bırakmış, Ortadoğu’da da söz hakkı olan ve tüm coğrafyaya ışık olabilecek sağlam politikaların hayata geçmesi gerekiyor. Bunun için de acil bir iktidar değişikliği şart..

            Buna gücünüz var mı?

            Meselenin özü budur.

            Yoksa, suyuna zam yapacağım, elektriğini keseceğim diyerek insanlara baskı uygulamak, temel bir insan hakkı ihlalidir.

            Geçen gün arabamı park ederken, baktım ki bana biri dışardan yardım etmeye çalışıyor. Kaldırıma yanaşıyorum, o da bana kendince tarif ediyor:

            ‘Gel abi, gel, gel.. Tamam. Biraz sağa, biraz sola.. Tamam. Kır direksiyonu şimdi. Oldu, tamam.’

            On yaşlarında bir erkek çocuğu.

            Kendince eğleniyor.

            Baktım ki Arap.

            Mesmuke dedim. Adın ne?

            Yahya, diye cevap verdi. Yaşına bakıldığında, Samsun’da dünyaya gelmiş. Yani, sorsalar Samsunlu. Babasının kütüğünde Süleymaniye yazıyor olabilir ama kendisi Samsunlu. Bir yere ait olmak için kaç yıl orada yaşamak gerekiyor? Kısacık ömrünün en önemli dönemleri burada geçiyor işte. Yetmez mi?

            İnsanlık tarihi, göç hikayeleriyle doludur. Kiminin büyük büyük babasının mezarı Batum’da, kiminin Maykop’ta, kiminin Üsküp’te.

            Şartlar insanları bazen hiç istemedikleri şekilde yaşamaya ve istemedikleri topraklara gitmeye zorlayabiliyor. Ülkemizdeki göçmenler, bizim memleketi çok sevdikleri için mi geldiler buraya?

            ‘Sevmiyorlarsa defolup gitsinler!’ diyorsunuz, demeyin öyle şey.

            Yok bir de kollarına pazubent takalım, fişleyelim onları. Kim Arap kim değil, çıksın ortaya..

            Kaldırımda yürütmeyelim mesela.

            Bizimle aynı restoranlara gitmelerine engel olalım.

            Yapmayın Allah aşkına!

           Bunları yaptınız diye size faşist mi diyeceklermiş. Hiç üzülmeyin. Siz zaten buz gibi faşistsiniz demektir.

            Dönelim Yahya’ya..

       Onun dünyası burası. Ancak o da gitmek ister annesinden babasından duyduğu, atasının doğup büyüdüğü memleketine.

            Görmüyor musunuz Arap coğrafyasının halini..

            Samsun’da elektronik işiyle uğraşan Muhammed’le konuştum. Dünyanın en güzel şehrinin Hama olduğunu söyledi. Kardeşleri, ailesi Hama’da. Kendisi mülteci. Her günü Hama’ya özlem duymakla geçiyor. Samsun’da evlenmiş ve iki çocuğu var. Ve sıkı durun; o iki çocuk da Samsunlu..

            Mustafa Kemal Atatürk Büyük Nutkunda, Wells adında İngiliz bir tarihçiden bahseder:

“Millete, şunu da hatırlattım ki, kendimizi, dünyaya egemen sanmak aymazlığı, artık sürmemelidir. Gerçek konumumuzu, dünyanın durumunu tanımamaktaki aymazlıkla, aymazlara uymakla milletimizi sürüklediğimiz yıkıntılar yetişir. Bile bile aynı acıklı durumu sürdüremeyiz. Efendiler, İngiliz tarihçilerinden Wells, iki sene evvel yayımlanan, bir tarih yazdı. Yapıtının son sahifeleri "dünya tarihinin gelecekteki evresi" başlığı altında birtakım düşünceler içeriyor. Bu düşüncelerde güdülen konu; "federal bir dünya devletidir. Wells, bu bölümde, birleşik bir dünya devletinin nasıl kurulabileceği ve böyle bir devletin önemli ayırıcı niteliklerinin neler olacağı üzerindeki düşüncelerini ortaya atıyor ve adaletin ve tek bir kanunun egemenliği altında dünyamızın alacağı durumu canlandırmaya çalışıyor. Wells, "bütün egemenlikler, tek bir egemenlik içinde eritilmezse, milliyetlerin üstünde bir güç yaratılmazsa dünya yok olacaktır" diyor ve "gerçek devlet, çağdaş hayat koşullarının bir zorunluk haline getirdiği dünya birleşik devletlerinden başka bir şey olamaz.", "Kuşku yoktur ki insanlar, kendi ortaya çıkardıkları şeyler altında ezilmek istemezlerse er geç birleşmek zorunda kalacaklardır." diye devam ediyor.

Mustafa Kemal Atatürk’ün, bütün egemenliklerin tek bir egemenlik içinde eritilmesini zaruri gördüğü durum nedir?

Atatürk, tatlı bir hayalden bahsediyor.

Bunu, neredeyse bir asır önce söylüyor.

Hiç şüphe yok ki, dünyadaki savaşları, anlaşmazlıkları ve bunlardan kaynaklanan huzursuzlukları nazara aldığımızda, en temel sorunlardan birinin baskıcı bir hegemonya olduğu görülecektir. Bu hegemonya, kişiyi göçe zorlayan temel faktörlerden biri olarak karşımıza çıkabilir ve çıkıyor da.. 

Bugün bu yönde yaşanılan sorunların başat unsuru, insanların daha özgür, daha yaşanılır ve geleceğini güvende hissedebileceği bir yerde bulunma ve oralara yönelme arzusudur.

Bir çok göçmen için Türkiye, bir transit alan.

Çoğu, daha insani koşullarda yaşayabileceklerine inandıkları Avrupa ülkelerine kapağı atmayı planlıyor.

Şimdi siz tüm bu gerçekleri bir tarafa bırakıp, göçmenlerin suyunu kesecek, onların hayatını Kerbela’ya çevireceksiniz öyle mi?

Olmaz; buna kimse izin vermez.

Yazının başında Bolu Belediye Başkanı’nın mensubu olduğu siyasi partinin yol haritasını belirleyen parti tüzük ve programından bahsettim.

Tüzük her parti üyesini hukuken bağlıyor ve her üye parti programını duyurmak ve anlatmakla mükellef.

Sosyal demokrasi, insan odaklı politikalar geliştirir.

Sosyal demokrat siyasetçi de, önce insan diyerek yola çıkar ve evrensel insan hakları çerçevesinde her insana, etnik kimliği, inanç kimliği ne olursa olsun aynı pencereden bakar.

Şimdi soruyorum, bu üslup ve yaklaşım, Bolu Belediye Başkanı’nın mensubu olduğu siyasi partinin kabul ettiği evrensel sosyal demokrat ilke ve değerleriyle bağdaşıyor mu?

Bu soruya evet diyorsanız, size diyecek sözüm yok.

Ortadoğu sorununun hâlâ, ‘Suriyeliler defolsun gitsin!’ zaviyesinden ele alınıp çözüleceğini düşünüyorsanız, size de diyecek sözüm yok.

Ancak, mevzuata göre Türkiye'de kesintisiz beş yıl ikamet eden, ergin ve ayırt etme gücüne sahip her yabancı; Türkiye'de yerleşmeye karar verdiğini davranışları ile teyit etmesi, genel sağlık bakımından tehlike teşkil eden bir hastalığı bulunmaması, yeteri kadar Türkçe konuşabilmesi, kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu kimselerin geçimini sağlayacak gelire sahip olması şartıyla ve müracaatı ile, Bakanlık kararıyla Türk vatandaşlığını kazanabiliyor. 

Bu gerçekleşirse ne olacak peki?

Dün suyunu kesmekle tehdit ettiğiniz göçmenlerden oy mu isteyeceksiniz?