Av. Tufan Akcagöz

ANAHTARI NASIL TESLİM ETTİK?

Av. Tufan Akcagöz

16 Nisan referandumunun dördüncü yılındayız.
Bu referandum, başkalaştırılmak istenen Türkiye'nin önündeki en büyük aşamaydı.
Bunu, böyle görüyorduk.
Ülke, tek adamın ihtiraslarına teslim edilmemeliydi.
Tek adam demek, özgürlüklerin kısıtlandığı, önceliği tek bir kişinin iradesine dayanan idare demekti.
Tek adam, yanılabilir dedik.
Tek adam, duygularının esiri olup, hissi davranabilir dedik.
Devlet idaresinde hissi davranmaya yer yoktu.
Yargı, yürütmeden bağımsız olmalıydı.
Bağımsız Mahkemeleri, modern Türkiye'nin teminatı olarak görüyorduk.
Oysa tek adam rejimi, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi adı altında yargıyı da kendisi tayin etmek istiyordu.
Yasama, ikinci meşrutiyetle birlikte gelişen ve demokratik toplum yapısı oluşturmayı hedefleyen bir faaliyetin ayrılmaz bir parçasıydı.
Yasama faaliyeti de tek adamın ihtiraslarına kurban edilemezdi.
Biz 16 Nisan referandumundan önce bunları dağ bayır, köşe bucak anlatmaya gayret ettik.
Çabamızın temel amacı, milleti 'Bakın biz demiştik!' diyerek ileriki yıllarda pişmanlık duymalarına zemin hazırlayacak adımlar atmak degil; aksine, memleketi büyük bir badireden kurtarmaktı.
Rejim değişikliğini öngören 16 Nisan referandumu, bana göre Cumhuriyet tarihinin en büyük dönüm noktalarından biridir.
24 Haziran seçimleri ile birlikte yürürlüğe giren 16 Nisan referandumu maddeleri, ülkeyi adeta yüz yıl geriye götürdü.
İkinci Abdülhamit'in yetkisini paylaşan meclis iradesinden, konu mankenliği düzeyine indirgenen bir yasama faaliyetine geriledik.
Sözde millet iradesi el üstünde tutuluyor.
Hani nerede?
Duvarlara, hakimiyet milletindir yazmakla olmaz ki bu işler!
Millet, anahtarı 16 Nisan'da Tayyip Erdoğan'a teslim etti.
O nedenle herhangi bir sabah uyandığımızda yandaş bir güreşçinin, hiç bilgi sahibi olmadığı bir sahada göreve atandığını görebiliyor, herkesin ortak değeri olarak gördüğümüz TRT'nin, alabildiğine politikleştiğine, kimi iktidarsever sanatçıların pastadan pay kapmak adına yarışır hale geldiklerine şahit olabiliyoruz.
Böyle bir ülke miydi istediğimiz?
16 Nisan referandumuna evet diyenler, böyle bir ülke mi istiyorlardı?
Sanmıyorum.
Millet, kısır politik çekişmeler içinde iç politik kavgalarda taraf olma psikilojisi ile Erdoğan'dan yana olan tavrını sandıkta gösterdi.
Dönem içinde vatandaşla yapılan sokak röportajlarında, vatandaşın neye evet dediğini dahi bilmemesi, başka nasıl açıklanabilir?
Peki, şapkayı önümüze koyup düşünelim.
Çuvaldızı kendimize batıralım.
16 Nisan referandumu öncesi, muhalefet gereğince çalıştı mı?
'Ben elimden geleni yaptım' diyebilirsiniz.
Maalesef bireysel özveri, mutlak galibiyet getirmiyor.
Ki getirmedi de!
Samsun'un köylerinde yaptığımız çalışmalarda ayakkabılarımıza sıvanan çamur kurumadı hala..
İşe yaradı mı?
Haksızlık etmeyelim kendimize, haydi kısmen diyelim.
Tam bu noktada iki şey önem arz ediyor.
Birincisi, muhalefetin içindeki sen ben kavgası..
İkincisi ise maddi olanaksızlıklar.
Sen ben kavgası, muhalefetin bünyesine saplanmış, sapı paslı, eski bir bıçak gibidir.
Erimez, tükenmez..
Saplandığı yerden bir türlü çıkmaz.
Kendi tırmanamadığı yeri tarumar etmeye programlanmış bu kavga, sureti haktan görünüp, yukardakinin dibini oymayı hedefler.
O nedenle, hangi seçim olursa olsun; - referandumlar da dahil - , bu kesimin elini taşın altına koyduğuna şahit olamazsınız.
Çok acı değil mi?
Dramatik hatta.
Otuz iki kısım tekmili birden macera hikayesi gibi..
Oku oku bitmez.
Tek başına kalmak, şayet kendinize inanıyor ve güveniyorsanız sizi büsbütün çaresizliğe sürüklemese de yalnızlığa sürüklediği kesin.
İşte bu yalnızlık, siyasi arenada en büyük devantaj olarak karşımıza çıkıyor ve muhalefetin en zayıf taraflarından biri de bu.
Başarmak istersin ama şayet başarı elde edilirse, bireysel olarak ön plana çıkacağınızı düşünen birileri, paçanızdan yapışır; aşağı aşağı çekiverir.
Bu tedavisi olmayan maraz, seçim kazanmak isteyen muhalefetin yakasına yapışmış, elini bir türlü çekmez.
O nedenle, basit bir futbol kuralını hayata geçirmekle işe başlayabilecek muhalefet, en iyi oyuncularını saha gerisinde tutuyor, çoğu kifayetsiz, oturduğu koltuğun varlık amacını bilmeyen, siyasete erdem katmaya değil de çöplenmeye gelmiş birilerini sahaya sürüyor.
Maç belli, saha belli..
Bu kadroyla bu maç kazanılır mı?
Bu kişilerle bu kavgadan ne sonuç bekliyorsunuz?
Gelelim maddi olanaksızlıklara..
Siyaseti çalıştıran, akıllıca yürütülen bütçedir.
Siz üç kuruşluk kesenizle, milyonluk heyecanınız da olsa muktedir olamazsınız.
16 Nisan referandumunda AK Parti bu işe milyonluk bütçe ayırdı.
Devlet olanakları da cabası.
Elbette her şey onlardan yana ve tabir yerindeyse zaten maça bir sıfır önde başlıyorlar.
Peki ya, 16 nisanın gerçek yüzünü görenler ve bunu millete anlatmayı borç bilenler kaç paralık bütçe ile yola çıktılar.
Bunu burada söylemeyeyim isterseniz ama şu kadarını söylemeliyim; referandumda kullanmamız gereken paralarla il ve ilçe örgütlerine bina alıyor, bir dahaki kurultayların hesabını yapıyorduk.
Şimdi, rejim değişti, biz kaybettik ve mülk sahibi olduğumuz binalarda, genel başkanımızın fotoğrafına bakıp, iktidarın olumsuz uygulamalarına dair sosyal medya paylaşımları yapıyor, facebook görselleri ile hükümeti en üst perdeden kınıyor, kendimizi kandırıyoruz.