Av. Tufan Akcagöz

ADİLE NAŞİT'E KIZABİLİR MİSİNİZ ?

Av. Tufan Akcagöz

Sözde Ermeni soykırımı, bir emperyalist yalan ve diaspora uydurmasıdır. Bugün, uluslarası bir platformda konuyu tartışmaktan kaçan Ermenistan devletinin bu tutumu, muğlâk durumdan yararlanma düşüncesinden kaynaklanır. Yer yer kabul gören tezlerinden de anlaşılmaktadır ki, fikirleri karşılık bulmuştur.

 

Yüz yıl öncesinde yaşanan bir olaya, sadece bir tarafın iddialarını temel alarak kesin bir sonuç atfetmek, en basit ifadeyle insafsızlıktır. Savaşlar kötüdür. Devletlerin tarihi, maalesef kan ve göz yaşı ile doludur. 1915 tehciri de, Osmanlı tebaası olan kimi masum Ermeniler için dram dolu yılları beraberinde getirmiştir. Bu doğrudur. Ancak, Rus üniforması giyip, birlikte yaşadığı masum halka silah çeken, onları katleden, çeteleşen Ermenilerin varlığını görmezden gelerek muhaceret sürecini objektif olarak tahlil edemeyiz.

 

Osmanlı hükümeti, sorunun hallini tehcirde, yani bir nevi sürgüne göndermede bulmuştur. Bu karar, doğru muydu, yanlış mıydı? Bunu bağımsız tarihçiler masaya yatırabilir. Ancak, konuyu siyaset malzemesi yapmak, çok uzun yıllardır fakruzaruret içinde yaşayan Ermenistan halkına da bir yarar sağlamış değildir. Ermenistan'ın aktif Gürcistan kapısından başka dışarıya açılacağı bir yolu yok. Halbuki tam tersi olsa, bugün bölgede güçlü bir devlet olabilir, Rusya'nın ve kimi Avrupa devletlerinin oyuncağı haline gelmezdi. Osmanlı, Türk'e göstermediği ilgiyi Ermeni'ye göstermiştir. Ermeni, 19.Yüz yıla kadar, kıymetli bir teba idi. Milleti sadıka diye tanıtılıyordu. Sefaretlerde tercih edilen millet, genelde Ermenilerdi. Osmanlı devletine büyük hizmetleri olmuştur. Sadece devlet yönetiminde değil, başka alanlarda da Ermenilerin izlerini görmek mümkün.

 

Sanatta, mimaride, edebiyatta. Ermeniler, Anadolu toprağının önemli bir parçası iken, batı emperyalizminin coğrafyamızı sürüklediği kaçınılmaz son içerisinde savrulup gitmiş, emektar bir millettir. İçlerinden bir grubun dönemin, anarşi diye tabir edilecek zulüm silahına başvurması, bu kadim milleti bu topraklardan koparmıştır. Oysaki, Kemani Serkis Efendi'den Vitali Efendi'ye; Dolmabahçe Sarayı mimarlarından Garabet Balyan'dan Mihran Mesrobyan'a kadar bir çok Ermeni, bu topraklar için emek vermiştir.

 

Savaşlar, öyle kötü sonuçlar doğurmuştur ki, bunun bedelini insanlık olarak ödüyoruz. Savaş, bittiği an ardında öyle büyük bir tahribat bırakıyor ki, bunun izlerini insanoğlu ruhunun derinliklerinde yaşıyor. Bugün yine her türlü sinsiliği ile savaşlar kapımızda bekliyor. Bize güçlü ve onurlu bir devlet bırakan Mustafa Kemal Atatürk'ün, 'Yurtta barış, dünyada barış' sözünü asla unutmamalıyız. Hayatı cephelerde geçen, kan kokusunu duya duya geceler geçirmiş bir büyük askerin, devlet siyasetinin eksenine bu düsturu yerleştirmesi, bugün hala anlaşılmaya muhtaç bir halde ise bu, savaş çığırtkanlarının gücünü ve ne denli etkili olduklarını gösteriyor.

 

Dediğim gibi, hiç bir devletin temelinde çiçek bahçesi bulamazsınız. Aksine, her güçlü devletin arkasında, rütbeli rütbesiz ölülerle dolu geniş bir kabristan vardır. Tarih, 'Sen bana bunu yaptın' ; 'Sen de bana bunu yaptın' şeklindeki kayıkçı kavgası okumaları ile yol alınacak bir okyanus değildir. Ha bir de içerideki bir kısım aklıevveller var, onlara da Allah akıl fikir versin. Bunların kimisi, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmuş kara cahil. 'Katledilen Ermeni vatandaşlarımızı anıyoruz.' diye tweet atıp, güya insan hakkı savunuculuğuna soyunurlar. Onlara göre tehcir, hiç tartışma götürmez bir gerçektir ki; soykırımdır.

 

Ey cahil ordusu, ey cühelâ müsveddesi güruh! Ermeni çeteleri tarafından anne karnında öldürülen, dünyaya gelme fırsatı dahi tanınmayan bebeler kalksa da konuşsa. Irzına geçilen anadolu köylüsü, yemenisini toplasa da karşınıza dikilse. İngilizlere yaranmak için düzmece belge ve yalancı tanıklarla idam edilen Boğazlıyan Kaymakamı Kemal beyin dramına hiç değinmiyorum bile. Ruhu şad olsun. Ey kendi tarihini bilmeyen, malumatfuruşlar. Bunların bazısının, bugün hiç sandalye işgal etmemeleri gereken yerde siyaset yapıyor olması da işin başka şaşılacak tarafı.

 

Artin Penik ismini duydunuz mu hiç? 7 Ağustos 1982 tarihinde ASALA'nın Esenboğa Havaalanı'nda düzenlediği saldırı sonucu 8 kişi ölür, 72 kişi yaralanır. Saldırı sonrasında, ASALA'nın eylemlerine tepki olarak Ermeni asıllı yurttaşımız Artin Penik 10 Ağustos 1982 günü Taksim Meydanı'nda üzerine benzin döker ve elindeki çakmakla kendini yakar. Zavallı adam. Nedense Artin Penik'ten bugün pek bahsedilmez.

 

Tüm bu kavga dövüşün yerden kaldırdığı toz bulutu içinde, Adile Naşit gibi kendi adı olan Adela'yı kullanamayıp Adile Naşit ismiyle karşımıza çıkmak zorunda kalan güzel yurttaşlarımız adına üzülüyorum. Sahi Adile Naşit'e kızabilir misiniz? Ermenilere, sırf Ermeni olduğu için küfrederken birileri, bilseydi şayet Adile Naşit'in ermeni olduğunu, azıcık yüzleri kızarır mıydı? Sanmıyorum. Sahi, Adile Naşit ne yapmış olsa sizi kızdırabilirdi? Kenan Pars'ı değil de biraz da Kirkor Cezveciyan'ı sevemez miydik mesela? Danyel Topatan'ı, Danyel Bayrıyan olarak kabul edemez miydik?

 

Samsunlu sanatçımız Vahi Öz, Vahe olunca birden neden uzaklaşıyor bizden? Sami Hazinses kadar mahzun bakan bir oyuncu geldi mi dünyaya bilmiyorum. Samuel Agop Uluçyan olunca adı, birden ne değişiyor? Ayhan Işık'ın soyadı, Işıyan olsa ne fark ederdi? Bütün cahilliklerinin üzerine oturmuş ve zorbalığa dayalı bir cüretle ellerindeki sözde hamaset bayrağını sallayanlar bile bu büyük ustaların bizden biri olduğunu inkar edebilecek cesarette değildir.

Gelelim bu güne. Her 24 Nisan'da sözde Ermeni soykırımı meselesini, adeta sopa yapıp Türkiye'ye sallayan emperyalist güçlerin amacı Ermeni dostluğu değildir. Ermeniler bunu anladıkları gün, barış ve kardeşlik için önemli bir adım atılmış olacaktır. Bir söz de, karşı cephelerde aynı amaca hizmet edenlere. Onlar ki, bu damardan besleniyor, düşmanlığı körüklüyorlar. Bugün Ermenistan'da bayrak yakmalar, televizyon kanallarında Türkiye'yi tahkir edici sözler sarf etmeler ne ise, bizim memleketteki 'Ermeni dölü, ermeni tohumu, ermeni suratlı ' söz ve deyimlerinin tahrip gücü aynıdır. Her iki cepheden yönelmiş saldırının hedefi de insanlığın vicdanıdır.

 

Tehcir kanununun hukuki niteliğini ya da amacını bugün tartışsak ne olur, bize ne fayda sağlar? Aradan 106 yıl geçmiş. Zorunlu göç sırasında ölen, öldürülen, tecavüze uğrayan, yerlerinden edilen Ermeniler için üzülmemek elde mi? Çocuklarını müslüman komşularına emanet edip giden, akıbeti belli olmayan bir hattın üzerinde canı burnunda perişan olan kadınlı kızlı kafileler için kederlenmemek olur mu? Olmadı mı, yaşanmadı mı bunlar? Hiç birimiz günahsız değiliz.

Geçen yüz yılın bize tarih olarak yakın savaşlarına bakalım. Vietnam'a, Irak'a.. Hepsinde acı, kan, göz yaşı ve tecavüz. Kadınlar ve çocuklar maalesef her kanlı savaşın sözde kutsal ganimetleri olarak görülmüştür. Japonya'da bile İkinci Dünya Savaşı'nda teslim olmasının ardından ABD askerleri için seks kölelerinin çalıştırıldığı genelevler açıldığı ortaya çıktı. Ne büyük dram! Başkent Tokyo'nun kuzeyindeki İbaraki Eyalet Polis Departmanı'nın resmi polis kayıtlarında “Ne yazık ki biz polisler işgal askerleri için seks hizmeti veren istasyonları kendimiz oluşturmak zorunda kaldık. Stratejimiz, tecrübeli kadınların özel çalışmasıyla normal kadın ve kızları korumak için bir çeşit dalgakıran yaratmaktı” ifadeleri yer alıyor. Kadın ve kızların namusunu korumak için yapılana bakın? Normal kadınları, normal olmayan kadınlar aracılığı ile korumak! Kullanılan ifadeye bakın. Bu normal mi? Yine aynı yere geliyoruz. Kötü olan savaşın bizzat kendisidir.

 

Ermeniler topyekûn ayaklanıp Türkleri öldürmüş olamaz. Bütün Türklerin de bir araya gelip Ermenileri kesmedikleri gibi. Ancak bedelini iki halk birlikte ödemiştir. Bir barış köprüsü kurabilecek miyiz bilemiyorum. 2008 yılında Abdullah Gül, Ermenistan ile milli takımımız arasındaki futbol müsabakasını izlemek için Erivan'a gitmişti. Ne önemli bir adımmış, şimdi daha iyi anlaşılıyor. Bir köprü, bir sıcak diyalog girişimi.. Neden olmasın? Ondan sonra gelen de, 'Affedersiniz Ermeni' sözünü literatüre soktu..

 

Dido Sotiriyu, 'Benden selam söyle Anadolu'ya' adlı kitabını şu sözlerle bitiyor: ' Türk'ü Rum'a, Rum'u Türk'e düşman edenlerin Allah belasını versin.' Tıpkı Ermeni-Türk ayrışması gibi Rum ve Türk çatışmalarına şahit olmuş Sotiriyu, içindeki heyecanı ve öfkeyi 'İnsanlar! Siz bu dünyadan değil misiniz! Hangi şeytan teslim alıp öldürdü ruhunuzu?' diye dışarı vururken, insanoğluna da bir nasihat bırakıyor.' Gülmek kurtarır bizi! Gülmek besler, gülmek kuvvetlendirir!' Bilmem gülebilecek miyiz? İnsan yüreğine sahip herkese sevgiyle..