Av. Tufan Akcagöz

ALAYINIZA SELAM OLSUN

Av. Tufan Akcagöz

‘Çay harareti alır.’ cümlesindeki çay, ırmaktan küçük akarsu anlamındaymış.
 
Bunu öğrendiğim günden itibaren, güzel Türkçeme saygım bir kat daha arttı. Dil dediğin, bir yere çakılı durmaz. Gerektiğinde don lastiği gibi oraya buraya sünmeli, gerektiğinde konuşan kişiyi metaforların ortasında bırakmalıdır. 
 
Yeri geldiğinde bir kelime seni hazır ola geçirmeli, yeri geldiğinde adeta bir uçurumdan aşağı bırakmalıdır. 
 
Mecazlar, dilin en güçlü zenginlik damarlarından biridir. Bu kaynak, konuşula konuşula büyür, yazıla çizile derinleşir ve gelişir. 
 
Üniversite sınavında çıkan paragraf soruları gibi konuşmayı bırakıp da işin özüne döneyim en iyisi.. 
 
Son zamanlarda, bir ‘kuşak’ hikayesi aldı başını gidiyor.
 
‘Aman efendim, bu gençler bizi hiç anlamıyor !’ serzenişini taşırken henüz, birdenbire buralara nasıl geldik anlamak mümkün değil.
 
Bizim zamanımızda en çok, kuşak çatışmasından bahsedilirdi. 
 
Kara kuşak, kırmızı kuşağı hep döverdi. 
 
Şimdi ise, alfabenin garip harfleri üzerinden ifade ediliyor gençler. 
 
Aslında, hangi kuşaktan olduğumuzu bilmeden yaşıyoruz. Biliyorum, peygamberin ümmetindensiniz; kavminiz de belli; tamam, tamam !
 
Ama benim bahsetmek istediğim başka şey .. 
 
Haydi söyleyin bakalım; siz hani kuşaktansınız? 
 
‘68 kuşağındanım yoldaş !’ Bu nedenle 69 bizi bozar, 67’yi ise hiç sevmem; kömür kokuyor.. 
 
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu geçenlerde, gençlere yönelik atmış olduğu bir tweette, ‘boomer’ kelimesini kullandı. İki sesli harf yan yana gelmeyeceğine göre, kelimenin Türkçe olmadığını hemencecik anladım. Sonra araştırdım biraz, ne anlama geliyor bu kelime diye..
 
İkinci dünya savaşı yılları..
 
İnsanlık birincisinden ne hayır gördü ki, ikincisinden görecek ?
 
Birinin gözünü çıkarmanın, suratında silah patlatmanın, sevişmekten daha popüler olduğu yıllar. 
 
Kan, revan, göz yaşı, talan, yağma, ölüm, kalım, zulüm, dağılma, barut kokusu, çeşitli işkence usulleri, tavan yapmış badem bıyık enâniyet..
 
Ve sonra bitiyor savaş, sevişmeye geliyor sıra. Bu nedenle, 1946-1964 arası doğanlara bebek patlaması kuşağından diyorlar; yani, boomer.. 
 
Boom, oluyor bitiyor her şey..
 
Kılıçdaroğlu, boomer’ların devri geçti diyor.. 
 
Kimin devri geldi o halde? 
 
Bakalım, görelim..
 
Ama siz hangi kuşaktan olduğunuzu söylemediniz ki hala.. !
 
İnanın çok üzüyorsunuz beni.
 
1965-1979 yılları arasında doğmuşsanız eğer, x kuşağındansınız efendim. Bu nedenle, bendeniz de bu aralığa dahilim. Çünkü, milattan sonra 1977 yılında huzurunuza gelmişim ve
 
İsa’nın bundan haberi yok.  
 
Yıllardır x kuşağında olduğumu bilmeden yaşamanın omuzlarıma yüklediği sersemletici ağırlığı bir kenara koyup, kafamdaki sorulara cevap aramaya devam edeyim..
 
1980-1999 yılları arasında doğmuşsanız eğer, y kuşağının yolun yarısını geçmiş ve bu yolu yarılamaya namzet ademoğlusunuz demektir. 
 
Ya da Havva kızı olun ne var, havanız yeter.. 
 
Bu kuşak daha çok, aldanmayı sever.. Okul fişlerinde ‘Uyu Ali uyu’, ‘Sus Ali sus’ kabilinden derslerle hayata adım atmışlardır. Uykulu olmaları ve umumiyetle konuşmamayı tercih etmeleri de bundandır. Bunların bir kısmının göbek adı Evren’dir. Evin reisi, dönemin seyri içinde gururlanarak koymuştur bu ismi kendilerine ama aradan zaman geçince iş sıkıntıya girmiş, kimselere söylememeyi tercih ederek bu durumu unutturmaya çalışmışlardır. Bugün hiçbir Alman, çocuğunun adını Adolf koymuyor. Söverler adama !
 
Şimdi geldik zurnanın zırt dediği yere.. 
 
2000 yılından sonra doğanlar Z kuşağı çocukları olarak anılırlar.
 
Şimdi herkesin dilinde onlar var.
 
Farklı düşünüyor, farklı yaşıyor, farklı algılarla hareket ediyorlarmış.
 
Acaba öyle mi? 
 
Toplumları ileriye götüren, kire pasa bulaşmamış modern kültür ve ileri teknoloji hamleleridir. 
 
Z kuşağı çocukları, bu hamlelerin neresinde?
 
Demokrasiyi hiçbir zaman amaç olarak görmemiş, demokratik kültürü hep yok saymış, işine gelmeyeni umacı ilan etmiş bir siyasi iktidar tarafından yönetiliyoruz. 
 
Z kuşağı, diğer ülkelerde nasıl bilmem ama bizim memlekette en büyük zulmü yaşıyor.
 
Çünkü, aklı çağın ötesine erişmeyi hedeflemiş bir zihne kelepçe takmaya kalkarsanız, o zihin körelecektir. 
 
Z kuşağına ben de güveniyorum ama bu çocuklara, her kim çocuk muamelesi yaparsa kaybetmeye mahkumdur. 
 
Onların, geleceğe dair ümitlenmeye, cesaretlenmeye ihtiyacı var. Çünkü her kutuptan koro halinde aynı sözleri duyuyorlar:
 
‘Memleket iyiye gitmiyor !’
 
Ya ne olacak?
 
‘Memleketin sonu felaket !’
 
E, ben ne yapacağım.. 
 
‘Sen de felakete sürükleniyorsun.’
 
Sürüklenmeyeyim ama nasıl?
 
‘Gel bak sana bir sır vereceğim. Benim yanımda olursan işte o felaketten kurtulursun.’
 
‘Hayır, hayır; kandırıyorlar seni. Asıl benim yanımda olursan felaketten kurtulursun.
 
Felaketten kurtulmak da ne demek; sıratı geçersin sıratı…’
 
Sus be geri zekâlı..
 
İstersen susma, z kuşağı adamı susturmasını bilir. 
 
Ancak, bu yavrucağızlarla uydurukça konuşmanın bir kıymeti harbiyesi yoktur. 
 
Türkçem, benim ses bayrağım..
 
Yaşasın Fazıl Hüsnü Dağlarca..
 
Gençlere güven aşılamanın yolları vardır. Bu yolları terk edip komik başka yollar aramak, hem oluşturulmak istenen güven köprüsünü baştan aşağı tarumar eder, hem de daha önemlisi o gençleri çaresizliğe iter. 
 
İletişimin en güçlü aracı hiç kuşkusuz dildir.
 
Arı duru dille ifade edilen hiçbir yalın gerçek, uyduruk cümlelerle söylenenlerin gölgesinde kalmaz. 
 
Bizim memleketimiz, dünyanın en güzel memleketi.. 
 
Peki ya o zaman neden ekonomik sıkıntılar yaşıyoruz?
 
Bizim memleketimizin iklimi başka hiçbir coğrafyada yok..
 
Peki ya kimimiz şezlong sırtından inmezken, neden kimimiz evden çıkamayacak halde?
 
Kimimiz maaşını koyacak yer bulamıyor, kimimiz neden üç kuruşa muhtaç yaşıyor?
 
Bu karşıtlıkların asıl sebebinin nerden kaynaklandığı biliniyor olsa gerek..
 
Biliniyor mu?
 
Yaşadığımız berbat günlerin sorumlusu, aç açıkta kalıyorsa insanlar, çöpten ekmek topluyorsa millet, bunun hakiki müsebbibi kimdir?
 
Bilinmiyor mu?
 
Devlet yönetimi, yandaşa rant kapısı yapılmışsa, iktidar referansı olmadan çöp bile temizletmiyorlarsa adama, yargı adalet saraylarında gücünün yettiğine adalet dağıtıyorsa; kimdir ki bunun sorumlusu?
 
Mafya liderleri cirit atıyorsa memlekette, siyaseti dizayn edecek bilgiler veriyorlarsa aşikâre, cezaevlerinden konvoyla karşılanıyor, armasız devlet törenlerinin baş konuğu oluyorlarsa, hata kimdedir?
 
Ben özgür, müreffeh, herkesin birbirine saygı duyduğu, demokratik ve çağdaş ülkeler kadar ekonomik ve teknolojik hamleler yapmayı hedeflemiş bir ülkenin ferdi olarak yaşamak istiyorum. 
 
Sizin dininiz beni hiç mi hiç ilgilendirmiyor..
 
Türk müsünüz, Kürt müsünüz, Acem misiniz; bana ne!
 
Boyunuz biraz uzun olabilir, ya da daha kısa..
 
Saçınız sarı, gözleriniz çekik ya da yüzünüz biraz tombulca..
 
Bana ne!
 
Yıllarca bizi böyle böldüler, bu işlerden nemalandılar hep..
 
Bu işleri kullandılar..
 
Vatanseverlik yaptıklarını söylediler ama vatanı üç kuruşa satma fırsatını buldular mı, gözünün yaşına bakmadılar. 
 
Ağızlarından her ‘vatan’ kelimesi çıktığında, bir parça eksildi bize ait olan güzelliklerden..
 
Her ‘Allah’ dediklerinde, biz sandık ki ilahi okuyorlar. Onlar ise ellerini ovuşturuyorlardı, her ‘ Allaaah !’ sözünü ettiklerinde, ellerinde tomar tomar para desteleri vardı. 
 
Sabah ezanının okunduğu saati iki kişi iyi bilir derler. Biri gerçek mü’min, diğeri ise hırsız.. 
 
Ne yapsın hırsız, bilmeyip de sabah ezanının vaktini..? İşi bu.. Yoksa enseleyiverirler adamı. 
 
Ne diyorduk, z kuşağını teşrih masasına yatırıp, anatomik inceleme yapmaya gerek yok. 
 
Neticede, etiyle kanıyla insandır hepsi. 
 
Bizim çocuklarımız..
 
Bizim güzel çocuklarımız. 
 
Onların güzel günler görmeye hakkı var. 
 
Azıcık ucundan devletin sopasıyla tanışmış olabilirler gezi eylemlerinde..
 
Olsun; devlet hep dövecek değil ya..
 
Gün gelir, onlar devlet olur ya da devlet onlar gibi olur.. 
 
Olacaktır da.. 
 
Her devlet, vatandaşına mutluluk vermek ister. 
 
Kuzey Kore devlet başkanı Kim Yong’u, elleri patlayana kadar alkışlayan zavallıların mutluluğundan değil ama.. 
 
Zinhar, her kabalığına ses çıkarmadığı siyasi liderinin peşinden giden, ağzını bozduğunda, millete hakaret ettiğinde bile onun peşinden gidenlerin aptal mutluluğundan değil.. 
 
Her millet mutlu olmak ister.
 
Kimine bir bardak su verirsiniz, mutlu olur. 
 
Susamıştır çünkü. Yoktur imkanı. Susuzluktan çatlayan dudakları kanar adeta, siz su lakırdısını ettiğinizde..
 
Kimine yeni bir saat, kimine yeni bir bilgisayar, kimine yeni bir kat elbise.. 
 
Dünya, zalımlar dünyası vallahi.. 
 
Gelen zalım, giden zalım..
 
Aşk olsun Mahzuni usta..
 
Z kuşağına dokunmak, hem kolay hem zordur. 
 
Kolaydır, yordam bilirseniz.
 
Zordur, ahkam keserseniz.. 
 
Bu arada, 2012 sonrası doğanlara da Alfa kuşağı diyorlarmış.
 
Daha neler duyacağız?
 
Z kuşağının çocuklarına da "Beta kuşağı" denecekmiş.
 
Aman Allah’ım !
 
Onlar hangi dili konuşacaklar acaba?
 
Absürt bir Türkçe bozması mı, yoksa zorlama Frenkçe kelimeler mi yönetecek hayatlarını..
 
Bu bir korkulu rüya olsa gerek. 
 
Çocuklar önce dillerine ve kültürlerine sahip çıkacaklar, başka çareleri yok. 
 
Atatürk, ‘Milli benliğini bilmeyen milletler, başka milletlerin şikârıdır ( avıdır ) .’ derken ne anlatmak istiyordu?
 
Atatürk’ten iyi mi biliyorsunuz..?
 
Bir gün, hiç anlamadığımız bir perdeden seslenirlerse bize, şayet hiç duymadığımız kelimeleri fısıldarlarsa kulağımıza, iş işten geçmiş olabilir.
 
O halde, komik olmayı tercih etmek yerine, gençlere bir rehber olma yolu da izlenebilir. 
 
İzlenmesi gereken asıl yol da budur. 
 
Gençler kendilerine rehber bulamadıkça, ne idüğü belirsiz şarkılar dinliyor, hayata hiçbir şey katmayan televizyon dizileri içinde kayboluyor, mutsuzluk çukurunda can çekişiyor. 
 
Ha bir de Devlet Bahçeli var, kendisi de sanırım boomer kuşağıdır. 
 
Doğumu, ikinci dünya savaşının kötü hatıralarının unutulmak istendiği, tarif edilen o hoş günlere isabet ediyor. 
 
Bak o ne güzel konuşuyor !
 
Ben de bir an onun gibi konuşayım ne var?
 
X,y,z,alfa, beta ve dahi bilumum kuşaklara hitaben;
 
‘Alayınıza selam olsun !’