Av. Tufan Akcagöz

YALNIZ ÖLMEK

Av. Tufan Akcagöz

Ankara Tabip Odası, sosyal medya hesabından paylaştı.

 

18 sağlık emekçisinin koronavirüs testleri pozitif çıkmış.
İki şey geldi aklıma.

 

Birincisi, Nâzım Hikmet'in, '.. Denerken damarlarında bir serumu, ölmek ayıp olur mu?' dizesi.

 

İkincisi ise Çernobil faciasından sonra yaşananlar.
Malum patlama, binlerce insanın ölümüne, binlercesinin sakat kalmasına sebep oldu.

 

Çoğu insan, patlamanın yaydığı uzun ya da kısa vadeli radyasyonun etkisi ile sağlığını kaybetti.

 

Çernobil faciasına tanıklık eden Nobel Edebiyat ödüllü yazar Svetlana Aleksiyeviç, 2015’te yapmış olduğu konuşmada Lyudmilla Ignatenko’dan ve itfaiye eri olan eşinden bahseder.

 

Gerisini Ignatenko'nun ağzından dinleyelim..
Çernobil Nükleer Santralinin yakınlarında yaşıyorduk.
Ben büfede çalışıyordum, çörek pişiriyordum.

 

Kocamsa itfaiyeciydi.
Yeni evliydik, pazara bile el ele gidiyorduk.
Reaktörün patladığı gün kocam nöbetçiydi. Çağrıya sırtlarında gömlekleriyle gittiler, ev giysileriyle.

 

Nükleer santralde patlama olmuştu ve hiçbir özel kıyafet vermediler onlara. Böyleydi işte bizim hayatımız, biliyorsunuz.
Bütün gece yangını söndürmeye uğraştılar ve hayatta kalmalarına imkân vermeyecek kadar çok radyasyona maruz kaldılar.
Sabahında uçakla Moskova’ya götürdüler hepsini.
Akut radyasyon hastalığı…

 

İnsan ancak birkaç hafta yaşayabiliyor.
Benimki güçlüydü, sporcuydu, en son o öldü.
Moskova’ya vardığımda bana ‘Özel bir bölümde yatıyor.’ dediler, ‘Oraya kimseyi sokmuyorlar.’.
‘Ben onu seviyorum.’ diye yalvardım. ‘Askerler bakıyor oradakilere, sen nereye?’ dediler.
‘Seviyorum.’ dedim.
Beni ikna etmeye çalıştılar..
‘O artık senin sevdiğin insan değil, zararsız hâle getirilmesi gereken bir obje.
Anlıyor musun bunu?’

 

Bense hep aynı şeyi söyleyip duruyordum, seviyorum, seviyorum!
Geceleri yangın merdiveninden yanına çıkıyordum ya da hasta bakıcılara para veriyordum beni içeri bıraksınlar diye.
Bırakmadım onu, sonuna kadar yanındaydım.
O öldükten birkaç ay sonra, kızım dünyaya geldi.

 

Sadece birkaç gün yaşadı.

 

Onu ne çok beklemiştik…

 

Bense öldürdüm onu.

 

Kızım beni kurtardı.

 

Tüm radyasyonu üzerine aldı.

 

Minicik şey, yavrum…

 

Ama ben onların ikisini de sevdim.

 

Sevgiyle öldürmek mümkün mü ki?

 

Neden bu kadar yakınlar, sevgi ve ölüm? Hep yan yanalar.

 

Kim açıklayacak bana?

 

Şimdi dizlerimin üstünde, mezarlarında sürünüyorum…

 

Evet böyle diyordu Ignatenko, giden sevgilisinin ve kızının ardından.

 

Birileri, hiç tanımadığı birilerinin hayatını kurtarmak için mücadele ediyor ya!

 

Kimi zaman bir itfaiyeci oluyor bu, kimi zaman bir sağlıkçı, kimi zaman ateş hattında bir asker..

 

Korona virüsü musibetinin çıktığı ilk günden itibaren dünyanın her yerinde tüm sağlık çalışanlarının nasıl bir özveri ile çalıştığını görüyorsunuz.

 

Ve işte bakın, hayat kurtarayım derken o virüsü kapmak da var.

 

İlk günlerde hastanelerden, tıbbi ihtiyaç listeleri yayınlanıyordu.

 

Şimdi ne oldu bilmiyorum.

 

Su geçirmez tulum..

 

Tıbbi gözlük.

 

Yüz maskesi..

 

Doktorlar, sosyal medya hesaplarından bu eksikleri söylüyordu.

 

Temin edildi mi bu ve benzeri levazım?

 

Normal zamanlarda şiddeti reva gördüğümüz tüm sağlık çalışanlarımıza minnettarız.

 

Sağlık emekçilerinin özverili direnci bizi kurtaracak.

 

Dönelim Ignatenko'ya..

 

Her gün gizlice eşinin yanına girdiğini bilen biri ona soruyor:

 

'Sana zarar verdiğini bile bile neden onun yanına gitmekte diretiyorsun?'

 

'Yalnız ölmesini istemiyorum.'

 

Korona belası da maalesef, yalnız ölmek gibi bir akıbeti getiriyor.

 

Aman kendimize dikkat edelim.

 

Temizliğimizi ihmal etmeyelim.

 

Kurallara mutlaka uyalım.

 

Olur olmaz yere kalabalıklara karışmayalım.

 

Hep söylenildiği gibi; korona, alacağımız tedbirlerden güçlü değil.

 

Bu günler geçecek ve önümüzde yaşamaya değer bir hayat var.

 

Tüm hastalarımıza şifa diliyorum.