O Kızılay ki, 1868 yılında bir grup idealist hekim tarafından kuruluyor.
1877'de "Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti", 1923'de "Türkiye Hilal-i Ahmer Cemiyeti",1935'te "Türkiye Kızılay Cemiyeti" ve 1947'de "Türkiye Kızılay Derneği" adını alıyor.
Kuruluşa "Kızılay" adını bizzat Atatürk vermiş.
1876 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’na kadar geçen sürede, Türkiye’nin taraf olduğu tüm savaşlarda, cephe gerisinde kurduğu hastaneler, hasta taşıma hizmetleri, donattığı hastane gemileri, yetiştirdiği hemşireler ve gönüllü hasta bakıcılar vasıtasıyla savaş alanında yaralanan ve hastalanan on binlerce vatandaşın yardımına koşuyor.
İnsanlar, gözlerini kırpmadan yıllarca bağışlarını bu kuruma yapıyorlar.
Yokluk yıllarını görmüş, savaşlara tanık olmuş nice insanımızın vasiyetnamelerinde kızılay adı göze çarpıyor.
Ve bu kurum, vatandaşın desteğiyle, büyüyor, büyüyor, büyüyor.
Ta ki, bugünlere gelene kadar.
Bağışlar git gide azalıyor.
İnsanların güveni tükenmeye yüz tutuyor.
Niye?
Niye mi?
Afetler için hazırlanan çadırlar, turistik beldelerde tatilcilerin hizmetine sunulurken siz, çokoprens almaya mı gitmiştiniz?
Ya elde kalan çadırların ve bir kısım sağlık araç ve gereçlerinin, depolarda çürümeye bırakıldığını hiç duymadınız mı?
Devlet Denetleme Kurumu'nun raporuna göre 2012 yılında yapılan protokoller çerçevesinde en az 3 bin 600 büyükbaş hayvan kesimine yönelik vekâleten kurban kesimi faaliyeti planlanmasına rağmen, ancak bin 777 adet büyükbaş kurban bağışı toplanabilmiş.
Kurum ne yapmış dersiniz?
Kendi kaynaklarından ayrıca bin 823 adet daha büyükbaş hayvan kesmiş ve plan rayına oturmuş.
Kaynak yaratan kurum, adeta kendi kaynaklarını tüketen bir kurum halini almış.
Ve bugünlerde 150 yıllık kurum, vergi kaçakçılığı suçlamalarıyla karşı karşıya.
Kızılay Genel Başkanı ise, Kızılay üzerinden Ensar Vakfı'na yapılan 7 milyon 925 bin dolarlık bağışı, "Vergi kaçırmak başkadır, vergiden kaçınmak başkadır" sözleriyle savunuyor.
Uzun zamandır böyle veciz bir söz duydunuz mu?
Memleketin kurumları lime lime dökülüyor.
Yazık ediyoruz yüz yıllık, iki yüz yıllık emeklere.
Yazık ediyoruz, güzelim memlekete.
Bu kurumları bu hale getirenler, memleketin vicdanını kanatıyor, devletin bağrında onulmaz yaralar açıyor.
Rahmetli gazeteci Çetin Altan, böylesi kötü durumlar için, iyimser bir taraftan bakmayı salık verirken, 'Enseyi karartmayın!' derdi.
Kararacak ense mense kalmadı üstad!