Muradiye Ergin

KÖLELİK,AZAD KABUL ETMEZ

Muradiye Ergin

Tabletinin alarmı daha ilk notasını bile çalmadan hızlı bir tepkiyle alarmı kapat butonuna bastı ve bu kez de yine kimsecikler uyanmadan alarmı kapatmayı başardı.


Aynen dün ve daha önceki sabah erken saatlerde olduğu gibi, hatta bu kızıl Mars gezegenine işçi olarak geldiği ilk geceden beri aynısını yapıyordu. İşçi koğuşundaki kalk saatinden tam bir saat önce uyanıyor, ve ranzanın üst katındaki yatağında kalkmadan derin düşüncelere dalıyordu.


Tabletindeki günün tarihine baktı, 2036 yılının mart ayının altısı ve Perşembe gününü gösteriyordu, saat sabahın altısıydı. Birazdan koğuşun ranzasına yakın penceresinden, Mars’ın kızıl sarı karışımı sabah güneşinin zayıf ışıltısı yastığının köşesine vuracaktı. Burada güneş, Dünyadaki gibi ısıtmıyordu,hatta ışığı da dünyadaki gibi parlak değildi, ama bu oldukça normaldi diye düşündü, ne de olsa Mars’a gelmek için işçi mekiğinde tam altı ay yolculuk yapması gerekmişti. Ne bitmek bilmez bir yolculuktu, daha yoldayken bile, bu gurbetin çilesinin büyüklüğüne şahit olmuştu.


Derin bir iç çekti ve ranzanın alt katında yatan işçinin uyanmaması için ranzayı sarsmadan yavaşça sağ tarafına döndü. Daha dün gibi hatırlıyordu. Yaklaşık on beş yıl önce internette Mars’a insansız araştırma araçlarının gönderildiğini okuyordu, Mars videolarını izliyordu. Ozamanlar henüz on yedi yaşındaydı, Mars ta koloniler kurulacağını, ve insanlığın yeni yaşam alanı olacağına dair bilim kurgu karışımı pembe senaryolar anlatılıyordu. Meğerse tüm bu çalışmaların hepsinin amacının, uzay madenciliği olduğunu, tüm dünya çok sonraları anlamıştı.


2029 yılında Mars a gönderdikleri bir keşif aracı Mars gezegeninin en dağlık bölgesinde, yerin 140 metre altında, dünyada olmayan yepyeni bir element keşfetti. Bu element, Uranyum gibi ama radyoaktif olmayan ve bir patlamaya sebep olmadan, tehlikesiz bir şekilde çok yüksek bir ısı enerjisi açığa çıkarabiliyordu. Bir dizi işlemden geçirildikten sonra, yıllar boyu dayanabilen yüksek voltajlı bir pil gibi, kendiliğinden elektrik enerjisi de üretebiliyordu. Mavi kristalimsi ve elmas gibi göz kamaştıran bir madendi. Kısa bir süre sonra, uçaklarda, gemilerde, denizaltılarda, elektrikli arabalarda, hatta bilgisayar,tablet ve cep telefonlarında kullanılan vazgeçilmez bir maden olmuştu. Saf işlenmemiş hali de mücevherat sektöründe kullanılmaya başlanmış, altın, elmas ve pırlantadan kat be kat değerli bir uzay mücevheri ilgisi görmeye başlamıştı.


1960 lı yıllarda Almanya’ya işçi olarak giden gurbetçilerin hikayeleri aklına geldi, İbrahim kendisini de bir gurbetçi olarak görmeye başlamıştı, kendi kendine Gurbetçi İbrahim diye isim bile koymuştu.


O zamanlar yurdum insanı, köyünden ilçesinden ayrılmış, dil bilmeden, yol, iz bilmeden Alamanya’lara gitmiş ve kendince bir şeyler kazanmış, birçoğu da,kazandıklarıyla dönüp memleketlerinde kendilerine bir hayat kurmayı başarabilmişti. Ama bu sefer durum farklıydı. Mars gurbetine gidebilmek çok zorluydu.


Teknik bir alanda Üniversite mezunu olmak şartının yanında, iyi derecede yabancı dil, sağlam bir vücut yapısı ve birçok psikolojik testlerden geçerek bu gurbete çıkmaya hak kazanılabiliyordu. Daha dünyadayken tıpkı Mars şartları gibi tasarlanmış kamplarda aylarca eğitime tabi tutulduğunu hatırladı. Mars yüzeyinde veya maden içerisinde çalışabilecekler tespit edilmiş, ardından, bir yığın eğitim ve testlerden sonra Mars’a işçi olabilme ayrıcalığını kazanabilmişti. Mars işçiliği adaylığı kesinleşince, hesabına yüklü miktarda bir avans yatmıştı. Birçok zorluk vardı bu gurbette, solumak için oksijenin bile olmadığı ve sürekli uzay elbiseleriyle çalışmak zorunda kalındığı bu gurbetin en büyük zorluklarından biri de, sadece beş yılda bir dünyaya gelebilme hakkının verilmiş olmasıydı. Ama ne çare, buna da katlanacaktı İbrahim.


İbrahim’in zihni bir türlü durulmuyordu. Amerika’nın keşfini hatırladı. Batı dünyasının rahatını bozarak, Hindistan’ından, Afrika’sına, Uzakdoğusundan Amerika’sına kadar ilk başlarda derme çatma ahşap gemilerle sonunu kestiremediği yolculuklara çıkmasını, yeni yerler ve zenginlikler keşfetmesini gözünde canlandırdı.


Bu keşiflerle, ülkelerindeki işsizliği ve fakirliği bitiren batı medeniyeti, dünyanın birçok kaynağını kendi ülkelerine yönlendirmeyi başardıklarını, dünyanın her noktasına ulaştıklarını, oralarda çalıştıklarını ürettiklerini, muazzam servetler elde ettiklerini daha sonra bu servetlerle de bir bilim ve araştırma hamlesi yaptıklarını ve dünya milletleri içerisinde hatırı sayılır bir üstünlük elde ettiklerini hatırladı.


O zamanlar, gemiyle veya buharlı trenlerle haftalar hatta aylar süren yolculuklara çıkmayı göze alanlar şu anda da beş altı ay süren Mars gezegeni yolculukları yapmakta ve koskoca gezegenin tüm zenginliklerini ülkelerine taşımaktaydılar. Önde olan hep önde olmaya, işçi olan da işçi olmaya devam ediyor diye aklından geçirdi İbrahim, tabi eğer o da işçi olabilecek kadar şanslıysa diye düşündü.


İbrahim yurtdışındaki bu Mars maden işçiliği seçim ve eğitim programına katıldığından beri, bu uzay teknolojilerinin öyle uzaktan görüldüğü gibi kolay işler olmadığını anlamıştı. Bu sefer durumun çok daha ciddi olduğunu ve geride kalan ülkelerin bu seviyeye çıkabilmelerinin çok zor ve zaman alan pahalı bir süreç olduğunu fark etmişti. Yani olay, eski zamanlarda olduğu gibi, “ ne var yani, bende bir gemiye binerim, yeni kıtaları, el değmemiş yerleri ben de keşfedebilirim “ aşamasını çoktan aşmıştı. İşin lafla geçiştirilebilecek bir tarafı kalmamıştı artık. Öyle ya, sadece Mars’ ta giydikleri uzay elbisesinin tasarımı için bile, uzun yıllar ve çuvallarla para gerekiyordu. Mekik teknolojisi, hayatta kalma donanımları, ileri düzey elektronik ve yazılım teknolojisi, yapay zeka, uzay yolculukları için özel metal alaşımları geliştirmek gibi daha bir sürü ve tam olarak anlayamadığı yüksek teknolojilere ihtiyaç vardı. Bu da zaman, emek, yetişmiş nitelikli insan ve para demekti.


İbrahim, tüm zorluklara rağmen kendini şanslı sayıyordu. Dünyada kendisinin yerinde olmak isteyen milyonlarca insan vardı. Dünyaya döndüğü zaman kazandığı paralarla neler yapabileceğini düşünmeye başladı, o sırada koğuşun uyanma vakti de gelmişti. Kahvaltısını yapıp, Mars elbisesini giyip, madene gidecekti, yeni bir Mars günü daha başlıyordu…
Evet değerli okurlar, bundan tam on beş yıl sonraki gurbetçi İbrahim’in bir yaşam karesini sizlere sunmaya çalıştım. Gençlerimizin on beş yıl sonra nerede olacakları, bugünkü insanımızın nasıl ve ne kadar çalıştıklarıyla ve ne ürettikleriyle çok yakından alakalıdır. Boş işlerle uğraşırsak, bilim ve teknoloji üretemezsek, çocuklarımızı başkalarının, azad kabul etmez köleleri haline getiririz, aklımıza başımıza alalım derim. Bilgi üretelim, teknoloji geliştirelim ve bu sefer geleceği ıskalamayalım…