Uygar Tankut

Burada Soruları Ben Sorarım  

Uygar Tankut

"Geçen gün yine bir bilimsel sempozyum nedeniyle yurt dışındaydım." cümlesiyle yazıma başladım ama daha devamını bile getiremeden hemen açılımını yapayım. Ben, burada bu cümleyi kurarak alt metinde bir sürü mesaj vermiş oldum. Tabii, aranızda bunu anlayabilecek seviyede olan okur sayısı azdır, izah edeyim hemen. "Yine" diyerek aslında sürekli olarak bilimsel sempozyumlarda olduğumu vurgularken, bilimsel sempozyumu açık açık yazarak, ne kadar nitelikli bir bilim insanı olduğumu da yüzünüze çarpmış oldum. Akabinde gelen ifade nedir peki? Yurt dışındaydım! Böylece iki acı gerçeği de şakkadanak yüzünüze vurdum bile. Birincisi döviz alıp başını giderken bile yurt dışına çıkabilecek kadar zengin olduğum gerçeği! Şimdi faiz artırımı, dolar 25 olur, öyro öyromaya devam eder deyip de dış güçler oyunu tezinizi bozmak istemem, o yüzden burayı çabuk geçiyorum. İkinci mesaj ise, "bakın ben istediğim zaman çıkabiliyorum" mesajı vererek son dönemde ecnebi ülkelerin vize engeline takılan yurdum vatandaşlarına taş atmış oldum.

Bizde yurt dışı engeli iki çeşittir. Biri Şengen, öbürü yengen! Şengen'e takılma oranı çok arttı. Yengene takılma oranı ise eskiden beri yüksekti. "Hanım, iş gezisine gidiyorum" deyip de soluğu eski Doğu bloku ülkelerinde alıp, kültür turizmine kanat açan iş kişileri bir süre sonra bu "yengen vizesini" alamaz olmuşlardı zaten!

Yahu arkadaş, bir cümle yazayım dedim, soluğu Moldova'da aldık! Neyse, konuya döneyim. İşte o sempozyumda İsviçre'nin önemli bilim insanlarından birisi olan Prof. Dr. Getrhart Schweissmüller yanıma kadar geldi. Aslında bu İsviçreli profesörü siz de tanırsınız. Otuz yıldır aynı marka diş macununun her yeni sezon ürünü için "en iyisi bu, bilmem ne formülüyle dişleriniz Alplerin karı kadar beyaz olacak" diyen tip. Velhasıl, bu Gerthart bana, "Uygarcığım, Samsun Son Haber'deki köşe yazılarını okuyorum. Hatta tanrı seni inandırsın, sırf senin yazılarını okumak için Türkçe bile öğrendim. Ama yazılarda şu dikkatimi çekti. Bütün yazıların başlıkları soru şeklinde. Bir sebeb-i hikmeti var mıdır azizim?" diye soruverdi.

Ben ise ona cevap olarak sadece şunu söyledim: "Orada soruları ben sorarım!"

Sevgili okurlar? Sempozyumun konusunu merak ettiniz mi peki? Aslında tam biz Samsunlulara göre bir konuydu. "Kent Yönetimi ve Kent Sakinlerinin Psikososyal Halleri."

Onlara birkaç fotoğraf gösterdim. Hepsi on beş gün içindeydi. İlki ilk selden, ikincisi ikinci selden, üçüncüsü ise üçüncü selden! Onlar tabii anlayamadılar bunu. "Nasıl yaa? Aynı şehir mi burası?" dediler. Sonra aynı şehirde ve on beş gün arayla olduğunu söyledim. Denizi gördüler tabii, suyu denize akıtamamış olmamıza da çok şaşırdılar. Sonrasında ise sorumlulardan kaç kişinin istifa ettiğini sordular.

Cevabım sıfırdı!

Çünkü bizde sorumlu yoktu, olmazdı.

Olsa olsa sorunlu olurdu, o da yetkililerden birisi olmazdı.

Tabii bunları neden yazdığımı da merak ediyor olabilirsiniz. Neticede ben, halktan uzak biriyim. Geçim derdi çekiyorlarmış, enflasyon şöyleymiş, asgari ücret şuymuş falan? Bana ne?

Ama gelin görün ki, şu son sel baskınında benim Matasyon'daki yazlığın yanından akan dere coştu, sular hep bahçeme girdi. Yetmedi, kliniğin önünde tramvay durağı Amsterdam kanallarından birine döndü.

Ama belediye başkanı koltuğunda oturan kişi, açıklama yaptı da rahatladık Samsun halkı olarak.

Öyle ya, çok yağmur yağmış!

Suçlu gök güçler?