Uygar Tankut

Samsun'un Yetiştirdiği En Büyük Adam Kimdir?

Uygar Tankut

Son yazımın üzerinden bir haftadan fazla süre geçti ya, bir geldim; kliniğin önü ana baba günü. Ellerinde pankartlarla acayip bir kalabalık. "Ulen seçim de bitti ama bu neyin tantanası acaba?" diye düşünürken gruptan birkaç kişi beni görür görmez, "aha, işte orada" demez mi? Kalabalık, "Tankut Hoca, Tankut Hoca" diye slogan ata ata koşmaya başladı. Bir baktım, beş sene içinde BAL'dan Süper Lig'e yükselmiş takımın emektar kaptanı gibi omuzlardayım.

Meğer, benim yazılarıma son verildi zannedip, önce Samsun Son Haber'in binasına gitmişler. Tabii bilmem kaçıncı kat, hepsi birden çıkamayınca, birkaç elçi seçip, Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Demircioğlu'na çıkmışlar.

O, çok etkileyici bir konuşma yapmış. Özetle, "Biz kimiz ki, koskoca Uygar Tankut'un yazılarına son vereceğiz? Ne haddimize! Kendileri lütfedip de yazı göndermediler?" falan fıstık deyivermiş.

Sonra beni aramış ama ben cep telefonu, daha doğrusu akıllı telefon kullanmadığım için ulaşamamış. Kendimden daha akıllı bir şeyin yanımda yöremde olmasından hiç haz etmem. O nedenle akıllı telefon kullanmıyorum. Ama şehirdeki akıllı kavşakları kullanıyorum. Niye? Çünkü o akıllı kavşaklar bırakın beni, kliniğin camına konan kuşlardan bile daha akılsızlar! Bu arada neden yıllardır bekar olduğumu da çözmüş oldunuz. Benden akıllı kadınlarla evlenemiyorum, aptallara ise tahammül edemiyorum!

Neyse, kalabalığı yatıştırmak için önce müsaade istedim ve kliniğe çıktım. Ardından da balkona?

Eeee? Balkon konuşması önemli tabii. Onlara, "yazılarıma devam edeceğimi, aynı gemide olduğumuzu, buraya gelen gelmeyen herkesi kucaklayacağımı, kimilerine ise kucakladıktan sonra künde atacağımı" söyledim. Bir görseniz. Nasıl da sevindiler? Böylece balkondan konuşarak, halka inmediğim gibi halkla arama mesafe de koymuş oldum. Ama halk yine de beni kendilerinden saydı. Sonuçta ikimiz de gömlek giyiyoruz mesela. Onun gömleği Rus Pazarı'ndan benimki Paris'ten olsa da, gömlek işte?

 

Durun yahu. Aslında bu yazıda iki şeyi yazacaktım. İlki birkaç gün içinde yaşadığımız sel felaketi. Gerçi felaket dediğime bakmayın, çünkü bizim ülkemizde felaket falan olmaz. Her şey kader planındadır. Biz de zaten amentüye iman ettiğimiz için, kadere karşı çıkamayız. Ekonomi yönetiminde nass, sel baskınlarında kader, kötü yöneticilerde ise bizden olma durumu vardır. Biz böyle bir ülkeyiz çünkü. Ne dendiğine değil, kimin dediğine bakarız.

Peki, bütün bunlar benim umurumda mı? Açıkçası pek değil. Mesela çaya yüzde kırk beş zam gelmiş. Bana ne? Adam asgari ücretli, oturup da Site Camii altında bir çay içerken bile kırk kere hesap edecek ama sonra asla alamayacağı bir otomobille poz verecek. Zaten onlar benim müşteri havuzumda da yoklar. Ama şöyle bir katkıları oluyor bana. Benim parası olan danışanlarımı işte bu tipler çıldırtıyorlar. Yani benim için jelibon yatağı değil, danışan rezervi oluyorlar. Sağ olsunlar.

Şimdi gelelim, yazının başlığına: Samsun'un yetiştirdiği en büyük adam kim?

Cevap vermiyorum.

Evet, cevap vermiyorum. Bir cevabım var aslında ama vermiyorum. Çünkü o başlığı, sırf bu yazıyı sonuna kadar okuyun diye attım.