
Sınıf kapısını hafifçe aralayıp içeriye bir göz gezdirdiğinizde şöyle bir manzara ile karşılaşma ihtimaliniz artık çok yüksek?
Olduğu yerde istemsizce sallanan bir çocuk, bir diğeri sesten rahatsız kulaklarını kapatmış, başka biri öğretmenin gözünün içine bakmasına rağmen aslında orada değil. Öğretmen nefes nefese dersi işlemeye çalışıyor, sınıf kalabalık, dinler gibi görünen ama aslında dinlemeyen çocuklar. Pandemi sonrası okulların koridorlarında görünmez bir çığlık dolaşıyor.
Peki ne oluyor bize? Çocuklarımız neden sınıfta duramıyor? Onlar gerçekten "yaramaz" mı, yoksa biz mi onların nörolojisini altüst eden bir çağ kurguladık?
Bu soru üzerine karşımıza şöyle bir önerme çıkıyor:
Çocuklarımızın beyni, dijital çağın hızına göre ayarlandı; gerçek dünya artık onlara "sıkıcı" geliyor.
Dopaminin Kıskacındaki Nesil
Yıllarca "dikkat eksikliği olan çocuk ekranı sever" diye düşündük. Ekran karşısında daha sakin, duruyor ve bazı şeyleri daha iyi kavrıyor gibi bir algı vardı. Meğer mesele bunun tam tersiymiş: Ekran, dikkat eksikliğini artıran bir sebep.
Yapılan bilimsel çalışmalar, mobil telefon ve televizyon maruziyetinin çocukluk çağı DEHB riskini nedensel olarak artırdığını ortaya koyuyor. Bu artık bir varsayım değil; bilimsel bir gerçek.
Çocuklar saniyede yüzlerce uyaranla karşılaşıyor. Görüntüler akıyor, sesler patlıyor, ödül pıt diye geliyor. Beyninin dopamini buna alışıyor.
Sonra çocuğu sınıfa oturtuyoruz. Öğretmen konuşuyor, tahta sabit, ödül gecikmeli.
Beyin bunun adına tek bir şey yazıyor:
"Sıkıcı."
Uzmanların "Kronik Tetikte Olma" dediği tablo tam da bu. Beyin sürekli "yeni bir şey gelsin" diye tetikte bekliyor. Gelmeyince de çocuk boşluğa düşüyor.
Bu artık genetik bir bozukluktan çok, çağın dayattığı, sonradan edinilmiş bir dikkatsizlik profili
Duyusal Çığlıkların Yanlış Etiketlenmesi
En büyük yanılgımız şu:
Sınıfta kıpırdanan her çocuğun DEHB olduğunu zannediyoruz. Oysa bazen çocuğun derdi dürtü kontrolü değil; duyusal sisteminin çökmesi. Bazı kaynaklar buna Duyusal İşleme Bozukluğu (DİB) diyor.
Düşünün?
Bizim "hiçbir şey" diye algıladığımız floresan ışığı, bazı çocuklarda fiziksel acı yaratabiliyor. Sandalye sesi, üzerlerine doğru gelen bir bıçak gibi hissedilebiliyor. Sırada duramayan çocuk, belki de vücudunu hissetmek için hareket etmeye "aç".
Ve biz ne yapıyoruz?
"Otur yerine!"
"Kıpırdama!"
"Dikkatini topla!"
Bu çocuklar için sınıf, disiplin gerektiren bir ortam değil; düşman bir çevre.
Bu yüzden aynı davranış bazen DEHB'den, bazen duyusal çığlıktan kaynaklanabiliyor. Dışarıdan görünüş aynı: "yaramazlık."
İçeride ise tamamen farklı iki nörobiyolojik gerçeklik.
Pandeminin Görünmez Enkazı
Pandemi çocukların ritmini, sinir sistemini, duygusal tamponlarını sarstı. Evde kapalı kaldılar, hareket etmediler, ekrana gömüldüler, sosyalleşemediler.
Bugün sınıflarda gördüğümüz tahammülsüzlük, öfke, kavga artışı? Bunların hiçbiri tesadüf değil.
Öğretmenler yıllardır söylemediği cümleleri artık sık sık kuruyor:
"Çocuklar hazır gelmiyor, dinlemiyor, yerinde duramıyor."
Sorun çocuklarda değil. Sorun onların sinir sistemini "fabrika ayarlarından" çıkaran çağda.
Sınıfları Değil, Yaklaşımı Yeniden Tasarlamak
Yapılan çalışmaların birçoğu bize şunu söylüyor:
"İlaç tek çözüm değildir. İlaç tedavisinin yanında yapmamız gereken şeyler de var."
Sınıfları "Duyusal Açıdan Akıllı" hale getirmek artık bir lüks değil, zorunluluktur:
Gürültüden rahatsız olan çocuğa gürültü azaltan kulaklık
Hareket ihtiyacı olana esnek oturma alanı (denge topu, ayakta masa)
Aşırı uyarılan çocuğa duyusal mola köşesi
Dikkat sorunu yaşayana kısa hedefli görev tasarımı
Bu bir "şımartma" değil. Çocuğun sinir sistemine uygun bir eğitim düzeni kurmak demektir. Unutmayalım, çocukları davranışlarına göre değil, beyinlerinin verdiği sinyale göre anlamak gerekir.
Sorun Çocuklarımızda Değil, Bizim Yavaş Dünyamızda
Bugün çocukların dikkati dağılmadı aslında. Biz onların beynini, duygularını ve algı eşiklerini, sunduğumuz dünyayla karşılayamaz hale geldik. Gerçek dünya onların hızına yetişemiyor. Biz yavaş kaldık, onlar ise dopamin çağında çok hızlandılar.
Eğer eğitim anlayışımızı dönüştürmezsek, kaybedilecek olan bir ders yılı değil bir neslin nörolojik sağlığı olacak.
O yüzden artık soruyu şöyle sormalıyız:
"Çocuklar neden odaklanamıyor?" değil, "Biz çocukların beynine uygun bir dünya sunuyor muyuz?"
Cevabı bulmak için şapkamızı önümüze alıp düşünmemiz şart?