Mustafa BİLİK

Hadi buyurun abdestsiz cenaze namazına

Mustafa BİLİK

Samsun’un dışında konularda mümkün mertebe yazı yazmamaya çalışıyorum.

Bunun sebepleri arasında Samsun’u daha yakından ilgilendiren konuları gündeme taşıma isteğim var. Mesela Samsun’a hızlı tren gelmesi konusu benim için ve tahmin ediyorum ki Samsunlular için Kanal İstanbul meselesinden daha önemlidir. Yada daha önemli olmalıdır.


Ama, son birkaç gündür,Kanal İstanbul artık İstanbul kentine yapılacak bir projeden öteye taşınarak ulusal güvenliğimizin ne yönde etkileneceğine yönelik bir boyut kazanmış durumda. Elbette ulusal güvenlik dendiği zaman ne Samsun ne İstanbul…


Bu artık milletimizin tamamının en önemli gündem maddesi ve doğrudan etkileyicisi oluverir.


Malumunuz Lozan Barış Antlaşması TBMM hükümetinin yanı sıra İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya ve ilerleyen yıllarda kurulacak olan Yugoslavya'nın temelini oluşturan Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı arasında imzalandı. Biz masaya öyle bir durumda oturduk ki bu bahsi geçen ülkelerden sadece Yunanistan’ı yenmiş, İstanbul henüz İngiliz işgali altında idi.


Dolayısı ile Lozan Barış Antlaşması’nın bizim için kazanç mı, yoksa zarar mı olduğu tartışılır ha tartışılır. Mevcut şartlar denklemin içine gerçekçi bir gözle yerleştirilmeden üstelik.


Lozan’da iki önemli konu çözülemedi mesela. Birincisi boğazlar ikincisi Musul ve Kerkük meselesi. Bunların çözülememe nedeni de ya biz Lozan’da bir an önce imza edip Ankara hükümeti nezdinde Türkiye Cumhuriyeti devletini kurup tanınmasını sağlayacaktık yada boğazlar ve Irak sınırlarımız için Lozan’dan çekilecektik. Tekrar hatırlatmakta fayda var; İstanbul henüz İngiliz işgali altında.


Sonuç olarak Lozan imzalandı ve Musul, Kerkük kazanılmamak üzere kaybedildi. İstanbul ve Çanakkale boğazlarının yönetimi bir uluslararası komisyona bırakıldı. Ancak, Musul ve Kerkük için aynı iradeyi kullanamayan Türkiye Cumhuriyeti boğazlar konusunda başarı yakalayarak 1936 Montrö Sözleşmesi'yle uluslararası komisyonun yetkilerinin Türkiye'ye devredilmesini sağladı.

Boğazların silahsızlandırılmış statüsüne son verildi. Boğazlar üzerinde Türkiye'nin egemenliği kuruldu.


Şimdi deniyor ya “Efendim boğazdan gemiler bedava geçiyor” Eğer Montrö Sözleşmesi olmasa idi Türkiye’nin geçen gemilerden haberi dahi olmayacaktı.


Montrö’yü sanki Türkiye’nin aleyhine gibi yansıtmaya çalışmak doğru değil. Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Lozan Antlaşması'yla birlikte, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu anlaşmasıdır. Lozan’dan fazla olarak Montrö’nün Türkiye'nin ve Karadeniz'de kıyısı olan devletlerin güvenliği ile Karadeniz'de kıyısı olmayan devletlerin çıkarları arasında kurulan hassas bir antlaşma olduğunu belirtmek isterim.


Çanakkale veİstanbul Boğazı’ndan geçecek savaş gemilerine tonaj ve sayı bakımından getirilen sınırlamalar, geçişin gündüz yapılması, boğazların üstünden savaş uçağı uçmasının yasaklanması, Karadeniz'e kıyıdaş devletlerin denizaltılarının ancak Karadeniz'deki üslerine gitmek amacıyla, gündüz ve su yüzünde seyretmeleri koşuluyla geçmesi, Türkiye'nin girdiği bir savaş durumunda boğazlardan geçiş rejiminin Türkiye'nin takdirine bırakılması gibi hükümler az bir kazanç mıdır?


Montrö’den kim rahatsız olur ki? Diye düşününce hemen aklımıza ABD geliyor. Çünkü dünyada tek hakim olamadığı sular Karadeniz suları. ABD ne ister? Tüm dünyada rahatça gezinip istediği yerde istediği kadar kalmak. Önündeki engel ne? Montrö. Neden Montrö. ABD için engel?


Çünkü, Karadeniz devletlerinin güvenliği, Karadeniz'e kıyısı olmayan devletlerin savaş gemilerine getirilen sınırlamalarla sağlanır: Karadeniz'e kıyısı olmayan devletlerin bulunduracakları gemilerin toplam tonajının 45 binden fazla olmaması, 21 günden fazla Karadeniz'de kalamamaları, 15 bin tondan fazla gemi geçirememeleri gibi kısıtlamalar.


Karadeniz’de 2008 yılında yaşanan bir Gürcistan krizi vardı. ABD, gemi geçirmek istedi. Türkiye, Montrö sözleşmesinin gereklerini tarafsız biçimde uyguladı. Ağır tonajlı ABD gemileri geçemedi. Geçen gemiler 21 gün içinde Karadeniz’den çıktı.

ABD, nasıl olur da böyle bir durumda deniz kuvvetlerini Karadeniz’e yığamazdı? Kuyruk acısı vardır eminiz.


NATO üyesi olanABD, NATO üyesi Türkiye’nin sularından Karadeniz’e girip at oynatamıyor. O zaman NATO’da bile kriz çıkıyor.

Şimdi gelelim bunları neden anlattığıma. Hukukçular ve İlker Başbuğ gibi ulusal güvenlik endişesi duyan kesimler diyor ki; Kanal İstanbul ile Montrö şartları ortadan kalkar veya Kanal İstanbul, Montrö şartları içine dahil olmazsa çarşı karışır.


Başka bir deyişle,Montrö Sözleşmesi ortadan kalkarsa, Türkiye'nin bugün boğazlardan geçiş konusunda sahip olduğu yetkilere sahip olması beklenemez. İstanbul Boğazı, Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı bir bütün ve tek bir su yolu. Kanal İstanbul ise, Montrö Sözleşmesi dışında kalan başka bir alternatif su yolu.


O nedenle Kanal İstanbul'dan geçen, Montrö Sözleşmesi'ne tabi olmayan bir gemiye Marmara Denizi veÇanakkale Boğazı'ndan geçerken Montrö hükümleri uygulanamaz. İşte bu da ABD’ye Karadeniz’de gün doğması demek.


Eğer ABD, Montrö dışında kalacak Kanal İstanbul’dan savaş gemilerini istediği tonajda istediği süre zarfında Karadeniz’e sokabilirse Rusya ne yapacak? Hadi buyurun abdestsiz cenaze namazına.


Eğer Kanal İstanbul, Montrö içinde kalırsa zaten geçen gemilerden para da alamayacağız. O zaman Kanal İstanbul’a ne gerek var?


Gerçekten Kanal İstanbul’a ne gerek var? Para mı basacağız gerçekten? Türkiye'nin İstanbul Boğazı'ndan geçen gemileri Kanal İstanbul'a yönlendirme yetkisi bulunmamakta. Montrö Sözleşmesi'nin temel ilkesi geçiş serbestliği. Türkiye, serbest geçişi engelleyemez. Peki, bu gemiler neden bedava İstanbul Boğazı varken paralı kanaldan geçecek?


Ayrıca, Türkiye, "Kanal İstanbul'dan sadece ticaret gemileri geçebilir. Savaş gemilerinin geçişi Montrö Sözleşmesi'ne tabidir." diyebilir mi?