Prof. Dr. Sevgi Soylu KOYUNCUOKU

Harika Hindistan

Prof. Dr. Sevgi Soylu KOYUNCUOKU

CNN reklamlarında inanılmaz görüntüler eşliğinde izlediğim her Hindistan tanıtım filmiincredible India sloganıyla biterdi ve izlediğim görüntüler bende güçlü bir gidip görme hevesi uyandırırdı.

Gecen hafta bir konferans-toplantı vesilesiyle, bana çok egzotik, otantik gelen bu ülkeye gitme fırsatım oldu. Mumbai’den başlayan1 haftalık yolculuk New Delhi ve Agra arasında görmeyi planladığım yerlere ulaşmaya çalışmakla geçti.

Yola çıkmadan düşündüklerim, birçok inanca ait ibadet yeri gezmek, filmlerde gördüğümüz o çivilerin üzerine oturabilen Hint fakirlerini izleyebilmek, baharat bolluğuna düşmek, dokuma ve değerli, yarı değerli taşlarının cennetine kavuşmak, göz alıcı renklerle donanmış genç yaşlı o cesur insanları izlemekti. Çünkü kırmızı bir eteğin kenarından geçen kuvvetli yeşil fırfır üstüne fuşya buluz giyip kafaya sarı bir örtü atmak ve tırnakları turuncu boyayarak günlük hayatta mutlu mesut yollarda dolanmak pek kolay bir şey değildir bizler için.

Mumbai havaalanı BOM (ve hatta Delhi Havaalanı )çok büyük bir alana kurulmuş, çok modern dev bir yapı. Mega sütunlar, çelik kapsüller üzerine kurulmuş, yüzeyi tamamen cam ile kaplanmış ve ülkenin modernleşme öyküsüne örnek bir proje. Bilboardlarda 10 kilogramdan az 103 nano uydunun tek seferde uzaya fırlatılması ve kırılan rekor anlatılıyor. Ülkeye girince neyle karşılaşacağınızı daha çok merak eder hale geliyorsunuz.

Ayşe Arman Mumbai’ye yerleşmiş ve bizim kaldığımız otelde kalıyormuş. Bizi otele taşıyan otobüse bindiğimde ilk öğrendiğim haber. Camdan dışarısını izliyorum havalimanından çıkar çıkmaz yerlerde ailece uyuyan insanları görüyorum. Yollara atılmış yataklar ve yüzlerine bir örtü kapatarak (sanırım ışığı engellemek için) ayak uçlu baş uçlu yatan tatlı bir uykunun içine insanlar. Eski adıyla Bombay, şimdiki adıyla Mumbai’nin Hindistan’ın başkenti olduğunu biliyorum, Metropolünde 20 milyon üzerinde insan yaşadığını da biliyorum o yüzden içimden her halde merkezinden önce varoş dediğimiz yerlerden geçiyoruz. Çünkü yatan insanların arkasındaki evler ya naylonlarla kapatılmış tek göz oda ya da çok harap kulübeler. Sokaklar karmakarışık. Neyle karışık derseniz, hatırlayabildiğim; üç tekerlekli motosiklet benzeri araçlar, arabalar, yollardaki insanlar, bir düzen içinde olmayan odamsı evler sanki herşey bir birbirinin üzerine yığılmış ve yoğunlukla dolu bir karmaşa.

Bu görüntüler birazdan göğe yükselen binalar, büyük alışveriş merkezleri, geniş caddelere dönüşecek diyorum içimden. Diyorum çünkü gittiğim Singapur, Çin. Kuala Lumpur gibi birçok Asya ülkesinde böyle olmuştu. Devasa yapılar ve modern şık hayatlar. Teknolojiden yazılıma çok büyük bir isme sahip Hindistan’dan ve bir başkentten de beklentim böyle. Ama gördüğüm bu örgünün en zengin muhitte de en fakir muhitte de bir karışım şeklinde olduğu. Her an zenginlik de çıkabilir karşınıza fakirlikte.

Otelimiz uluslararası bir otel olduğundan otelden çıkmazsanız Hindistan’a geldiğinizi anlayamazsınız. Restoran, klasik batı mutfağı ama Hindistan’ın enfes tatlarını da denemek için birebir. Taksiyi günlük kiralamak her zaman daha ucuza geliyor. Akşama kadar sizinle gezen taksi gitmek istediğiniz her yere size götürüyor yolda da rehberlik yapıp görülmesi gereken yerlerin yakınından geçerek bilgi veriyor, aldıklarınızı anında bagaja koyabiliyorsunuz.

Golibar gecekondu bölgesinin bitişiğinde 27 katlı çok ilginç bir mimariyle karşılaşınca afalladım. Şoför,  dünyanın en pahalı evinin önündeyiz dedi. Çok mimarın ve mimari ofisin birlikte ve her mimarın kendi tarzıyla tasarladığı katlar dışarıdan bakıldığında üst üste dizilmiş düzensiz ve birbirinden ilgisiz kutular gibi. Arada görülen kolonların üzerindeki katlar korku hissi veriyor ve iki kocaman teras gözüme çarptı. Antilla kulesi olarak geçen bu yapının tamamı dünyanın beşinci zengini bir aileye aitmiş, karısı neden bu kadar uzun yaptınız sorusuna “güneşi görmek istedik “ demiş. Yarım ay gibi uzanan Marine Drive bölgesinde sahilin kıyısına daha yüksek binaların olduğu nefis manzaralı Kraliçenin kolyesi dedikleri inci gibi deniz kıyısına değil de neden gecekondu bölgesine yapılmış. Ve kulenin alt katları önündeki gecekondu evlerin arasında sıkışmış. Neden bunu istemişler, need böyle bir konumu seçmişler gibi sorular hemen hızla aklımdan geçiverdi.

Şehir merkezinde Kral Kapısı olarak da bilinen Hindistan’ın Giriş Kapısı, Gotik ve İslami yapısıyla denize uzanan meydanın ucunda tüm haşmetiyle sizi karşılıyor. Yeri bir limanın denizden karaya açılan kapısı gibi. Geçmişte Hindistan’a deniz yoluyla ulaşılabiliniyormuş ve bu kapı Hindistan’ı dünyaya açan kapıymış.  Taj Mahal Hotel bu kapının siluetini daha bir büyüleyici yapmış. Mutlaka görülmesi gereken bir otel. Sahibi hepimizin yakından bildiği Tata ailesi. Nerden biliyoruz derseniz iyi bir araba markası olarak yollarımızda ve marka Hindistan’a aittir.  Taj mahal’in yanında İngiliz sitili güçlü binalar ile iyi bir alışveriş merkezi özellikle otelin arka sokağından başlayan Coloba’yı da içeren bölge tamamen baharat kokulu antika ve o başından beri aradığım taşlarla dolu. Tezgahlardan büyük dükkanlara kadar paranıza göre seçenekler var ancak pazarlık şart. Söylenen fiyatı öderseniz, arkadaşlarınızın o ürünün benzerini çok daha ucuza aldığını duyduğunuzda üzülebilirsiniz. Şangay’da Pearl diye çok önerilen çok katlı bir alış veriş merkezine girdiğimde, etrafımı saran çalışanların zorla ürün satmaya çalışmaları beni epey bunaltmıştı. Taktik hep aynıydı onlar bir fiyat verir, sen olmaz dersin biraz iner yine yok teşekkür ederim almayacağım dersin, sen ne verirsin diye sorarlar belki de kabul etmesinler diye en alt fiyatı verirsin hemen hesap makinelerini çıkarırlar hesaplamalar hesaplamalar ve geçen zaman sabırsızlaştırır uzaklaşmaya çalışırsın, kolundan çeker anlaşmaya çalışırlar. Burada da elinde hesap makineli kızlar aynı taktikle karşıma çıkınca ben elimde olmadan hemen uzaklaştım. Uzaklaşmak çözüm değil çünkü küçük de olsa kendine arkadaşlarına almak istediklerin var. Çok beğendiğim bir ürün için gidip tezgahtar kıza teslim olmaktan başka çaremin olmadığı zamanlar da oldu.

Beni etkileyen önemli yerlerden biri de Hanging Gardens oldu. Başta büyük bir arazi ve bildiğimiz ağaçlı yolları olan bölgeye özgü çiçeklerle dolu bir parktı gördüğüm. Rehberimiz havadaki kuşları gösteri. Havada daireler atarak öten kuşların çokluğunun bir anlamı varmış. Gökyüzünde birçok yerde kümeleşerek uçan kuşları izlerken konuştu rehberimiz. Sükunet kulesi denilen bu bölgede Hindistan’a göç eden zerdüştlertoprağı, havayı kirletmemek için cenazeyi gömmez ve yakmaz bedeni bu kulelerde doğaya bırakırlarmış. Eğer gökyüzünde bu kadar çok kuş görüyorsanız orada yeni ölmüş bir insana ait bir beden vardır dedi.

Varlığı son bulmuş bir bedenin başka hayatlara can vererek erimesi bir yanda, güneş gözlüklerimiz turist ruhumuzla bizim gerçeklerimiz diğer yanda… Nereye gidersem gideyim artık başımın üzerinde uçuşan kuşlar hayal ediyordum.

Arap Denizinin ortasında bir bant gibi alanın üzerindeki Hacı Ali ( Hacali diyorlar daha çok ) Türbesini uzaktan selamlayabildik. Yürüme yoluyla Dobi Gaht’a şehrin uçsuz kocaman açık hava çamaşırhanesine ulaştık. Oteller (sizinki hariç diye ekliyor rehberimiz) Çamaşır yıkama şirketleri hep buraya gönderiyormuş temizlenecek giysileri ve gerçek mucizenin hiç bir adresin karıştırılmadan ve tam zamanında teslim edilmesi olduğunu ekliyor. Victoria Terminus Tren istasyonu Gotik ve Moğol mimarisi karışımı ve her gün binlerce turist ağırlıyor.

Fil adası Mumbai’ye tekneyle 1 saat.  Bu kadar gelmişken UNESCO’nun Dünya Mirası Listesindeki bu yeri görmemek olmazdı. Adanın içinden bir trenle gidiliyor meydana. Yürüme yolu olmasına karşın açık tren işi daha bir oyuna çeviriyor ve 35 derece sıcakta çıkılacak 140 merdiven göz önüne alındığında rahatlıkla birazında tren kullanmak tercih edilebilir.

Tepeye çıkan dar, taş merdivenlerin başından sonuna kadar iki yanı tezgahlarla dolu. Değerli taşlar, yemişler, hediyelik eşyalar, tütsüler, el yazmaları ile çok renkli bir alan. Her yerde size eşlik edip elinizdeki suyu kapmaya çalışan sizinle konuşmaya çabalayan küçüklü büyüklü maymunlar. Tezgahın tepesinde merdivenlerin ortasında her yerdeler.Bu merdivenlerin sonunda mağara tapınaklarından birinde Tanrı Şiva (yıkıcı), Vişnu (koruyucu)  ve Brahma’ya (yaratıcı)  ait üç başlı bir büst karanlıkta görülmeyi bekliyor.

İnsanlar taşlı tozlu yollarda rahatlıkla çıplak ayak geziyor. Bu ayakkabısızlıktan değil kültürel bir şey olduğunu düşünüyorum. Yere çıplak ayak basmak ve vücuttaki enerjiyi dışarı boşaltmak gibi cevaplar geliyor aklıma. Akşarthama gelen bütün okul çocukları üzerlerinde gri önlükleri varken ayakları hep çıplaktı ve Fil adasını boydan boya yürüyen çıplak ayaklı insanlar vardı. Çok farklı kültür ve dini yapının bir arada olmasından gurur duyuyorlar, tek tanrılı çok tanrılı demeden bütün dinlerin mensupları bir arada birbirlerinin inançlarına saygılı yaşıyorlar. Camiye ve ibadet yerlerine çıplak ayakla giriyorlar Turistler çıplak ayaklarına galoş giyip geziyor.

Gençlerle konuştum, kast sistemini sordum. Neden bu kadar renk dedim, Bu kadar fakirlik varken nasıl bu kadar güleçsiniz dedim. Neden trafikte bu kadar kuralsızsınız ama trafik de akıyor ve kavga yok dedim… Ve galiba aklıma geldikçe birçok şey daha sordum. İnsan, bu kadar farklı bir kültürün içine düşünce devamlı soru sormak kaçınılmaz oluyor.

Her şeyi bir yazıya sığdırmak Hindistan ruhuna aykırı ve genel izlenimlerimin yanında aradıklarımı buldum mu sorusu da var o yüzden bu yazı bir iki haftalık bölümlerden oluşuyor. Sırada Delhi ve Agra var, Agra deyince ilk akla gelen Taj mahal. Önümüzdeki yazının konuları

Namaste…