Prof.Dr. Hüseyin Kalkan

Gençlerimiz ve Beyin Göçü

Prof.Dr. Hüseyin Kalkan

Bu yazı dizisi, Dünyanın en güzel hikâyesi olan;

Nereden geldiğimizi,

Nasıl oluştuğumuzu ve

Kim olduğumuza dair sorulara bilimsel bir bakış açısıyla cevap aramak için çıkmış olduğumuz heyecan verici bir yolu oluşturmaktadır.

Yaklaşık 13.8 milyar yıl önceBig-Bang olarak isimlendirdiğimiz büyük bir patlamayla başlayan var oluş hikayemiz, başlangıçta olağanüstü sıcaklıklardaki yoğun kor halindeki enerjinin, şu an bildiğimiz maddenin en küçük yapı taşları olanquarklara,nötrinolara veelektron gibi olağanüstü küçük yapılara dönüşmesi ve başlangıçtaki sıcaklığın zamanla hızla azalmasıyla,

Güçlü Çekirdek Kuvvetinin,

Zayıf Çekirdek Kuvvetinin,

Elektromanyetik kuvvetinin ve

Kütle Çekim kuvvetinin,

ortaya çıkması ve bu kuvvetlerin tamda olması gereken şiddette, tamda olması gereken zamanda sırasıyla devreye girmesi, ilk önce atomun, daha sonra bildiğimiz maddenin ve nihayetinde bu olağanüstü güzel hikayenin en ayrıcalıklı ürünü olan biz canlıların oluşmasıyla sonuçlanmıştır.

Atomların mucizevi bir şekilde kendilerini organize ederek nefes alan insanları nasıl meydana getirdiğini bir düşünün.

Yaratılış harikalarının, bu kadar basit yapı taşlarından nasıl bir araya geldiği kesinlikle sorabileceğiniz en merak uyandırıcı sorudur.

Bu soruyu yanıtlamanın bilim dünyasının ötesinde olduğunu düşünebilirsiniz.

Ancak bu durumun şimdilerde değiştiğini söyleyebiliriz.

Son yüz yılda bilim ve teknolojideki büyük gelişmeler sayesinde bilimin, yaşamın ortaya çıkışıyla ilgili en temel soruları ele alma cesareti göstermesi, dini ve felsefi yorumların da ötesine geçerek daha çok kanıta dayalı bilimsel yorumlar yapmaya başlaması bu alandaki gizemi ortadan kaldırmaya başlamıştır.

Temel yasaların olağanüstü doğrulukta test edilebilir duruma gelmesi artık buna izin veriyor.

Bu nedenle, canlılığın ne anlama geldiği, ne zaman ve nasıl ortaya çıktığıyla ilgili sorular, günümüzün cevapları merak edilen en heyecan verici soruları olmakla birlikte, bu alanda çalışan bilim insanlarının kayda değer büyük ilerlemeler sayesinde elde ettikleri sonuçları ardı ardına akademik olarak bilimsel dergilerde ve popüler bilim dergilerinde bizlerle paylaşmaktadırlar.

Bizler, son zamanlara kadar genellikle batılı bilim insanlarının çalışmaları sonucu ortaya çıkan fikir ve yorumlardan yararlanarak bilimsel düşünce alt yapımızı ve buna bağlı olarak da bilimsel kültürümüzü oluşturuyorduk.

İnsanlık tarihine baktığımızda medeniyetlerin başladığı ve geliştiği bir coğrafyada bulunmamıza rağmen yaklaşık 1200lü yıllardan sonra bilim ve teknoloji alanında kayda değer bir başarımız görünmüyor.

Son yıllarda ise bu durum çok daha aleyhimize gelişerek devam etmektedir.

Bilim eğitimcileri olarak yapmış olduğumuz gözlemler, son yıllarda eğitim sistemimizdeki bilim eğitiminin nitelik ve nicelik açısından zayıfladığını göstermektedir.

Çünkü son zamanlarda ilk, orta ve yüksek öğretim programlarındaki Fizik, Kimya, Biyoloji ve Matematik gibi bilimin temellerini öğreten derslerin saatleri, ya azaltılmakta ya da tamamen müfredatlardan kaldırılmaktadır.

Bu durumu, son yıllarda atanan Fizik, Kimya ve Biyoloji öğretmenlerinin diğer branş öğretmenleriyle atama sayılarını kıyaslayarak görebilirsiniz.

Yine yapmış olduğum araştırmalar, ilk ve orta öğretimdeki Fizik, Kimya ve Biyoloji derslerinin uygulaması olan laboratuvar derslerinin hiç yapılmadığını veya gösteri deneyi olarak yapılmasının tercih edildiğini göstermektedir.

Hatta öğretmen yetiştiren eğitim fakültelerindeki Temel Fizik, Temel Kimya ve Temel Biyoloji laboratuvarları kaldırılmıştır.

Sebebi sorulduğunda kimse bilmiyor.

Deney yapmaksızın mezun olan öğretmenler.

Bilim eğitimi adına çok üzgünüz.

Artık ilk ve orta öğretimdeki laboratuvarlarda deneylerle konu öğretimi pek istenmiyor veya tercih edilmiyor.

Neden?

Onun yerine değişik türdeki sınavlara hazırlık çalışmaları yapılması tercih ediliyor.

Aslında birçok devlet okulunda tam donanımlı laboratuvarların olduğu, fakat bunların çoğunun kapısının bile açılmadığı birçok fen bilimleri öğretmenleri tarafından ifade edilmektedir.

Artık bu durumda normalleşti.

Bununla birlikte Fizik, Kimya ve Biyoloji gibi dersler, daha çok ilk ve orta öğretimde yüksek öğretime geçiş için bir sınav aracı olarak kullanıldığı görülmektedir.

Oysa bu dersler, bir toplumun bilim kültürünün oluşturmasında temel olurken, aynı zamanda o ülkenin teknoloji üretmesi, gelişmesi ve güçlü bir ülke olması için de en temel dersler olma özelliği taşımaktadır.

Ülkemizdeki üniversitelerin temel bilimlerinden (Fizik, Kimya, Biyoloji ve Matematik gibi) mezun olan gençlerin ülkemizde kendi alanlarında iş bulmaları ve çalışmaları artık mümkün olmadığından, bu branşlara olan taleplerin de oldukça azaldığı görülmektedir.

Dolayısıyla yükseköğretime geçiş sınavlarında çok düşük puan alan öğrenciler kerhen de olsa bu bölümleri tercih etmektedirler.

Bu nedenle, bu branşlarda başarılı olan nitelikli bilim insanı adaylarının da yetişme şansı az olmaktadır.

Nadiren de olsa yüksek puanlı öğrencilerin her şeye rağmen idealleri doğrultusunda Fizik, Kimya, Biyoloji ve Matematik gibi temel bilimler bölümlerini tercih edebiliyorlar.

Her şeye rağmen bu tercihlerini yapan başarılı öğrenciler, mezun olduklarında ülkemizde maalesef kendi alanlarında çalışabilecekleri bir iş bulamadıkları için, ya da tercih edilmedikleri için çareyi gelişmiş ülkelere gitmekte buluyorlar.

Büyük maliyetlerle yetiştirdiğimiz o parlak zekâlı çocuklarımız artık başka ülkelerin gelişimi ve kalkınması için çalışıyorlar.

Biz yetiştirdik, onlar sıfır maliyetle kullanacaklar.

Bu politika, Amerika gibi gelişmiş ülkelerin temel politikasıdır.

Bu ülkeler, geri kalmış veya gelişmekte olan ülkelerin zeki, çalışkan gençlerine büyük olanaklar sunarak, bunları kendi sistemlerine dahil ederek bilim ve teknolojide liderliklerini devam ettirmektedirler.

Fakat ülkemizin sistemi, sanki dışarıya gitmeyi teşvik ediyormuş gibi görünüyor.

Yani beyin göçü.

Çok yazık.

Son zamanlarda ailelerde bunu can havliyle destekliyor.

Bu çok üzücü.

Evet, işte size bugün gurur kaynağımız ve ülkemizdeki gençlere temel bilimlerde iyi bir model olacak bir gencimizden bahsedeceğim.

Furkan Öztürk,

Furkan ile yapılan bir röportajdan kendisini kısaca tanıyalım:

"Furkan Trabzon Yomra Fen Lisesi'ni bitirip Türkiye 37'ncisi olarak Bilkent'e giriyor.

Küçüklükten itibaren bilime meraklı.

İlkokulda astronomiye, optiğe ve teleskoplara ilgisi çok.

Üniversiteye kadar hep geceleri gökyüzünü seyretmiş.

"Liseye başladığımda Feynman gibi, Einstein gibi bir fizikçi olmak istediğime karar vermiş gibiydim" diyor.

Ailesi, yahu para kazanabileceğin bir alan seç dememiş.

Üniversitede de "Fizik bölümündenÖzgür Öktel, kimyadanEmrah Özensoy beni çok etkilediler? Ne kadar çok çalıştığımı bir ben bir Allah biliyor."diyor.

Türkiye 37'ncisi fiziği seçiyor.

İsteseydi tıp veya en iyi üniversitelerin mühendisliklerine girebilirdi.

Ama o Fizik öğrenmeyi tercih etti.

Bir düşünün, ülkemizde hangi öğrenci, Türkiye 37'ncisi olacak ve tıp değil, iyi bir üniversitenin mühendislik bölümü değil de ülkemizde çok az çalışma olanakları olan bir bölümü tercih edecek.

Bu çocuğun annesi veya babası olduğunuzu düşünün.

Ne yapardınız?

Ama Furkan'ın ailesi düşündüğünüzü yapmadı.

Ve Furkan'ın yapmış olduğu tercihin kararlılıkla arkasında durdular.

Ailesi çok büyük övgüleri hak ediyor.

Ülkemizde ailelerin gelecek korkusuyla çocuklarına yapmış oldukları baskıyı yapmayıp, onun mutlu ve başarılı olabileceği bir alanı seçmesinde özgür bırakmaları gerçekten örnek alınacak bir davranış.

Keşke böyle ailelerin sayısı çoğalsa...

Onların çocukları sayesinde ülkemizin her türlü zorlukların üstesinden daha kolayca geleceği düşüncesindeyim.

Biz yine Furkan'a dönelim.

Furkan, 2014-2018 yılları arasında Bilkent Üniversitesi Fizik Bölümünde.

Bu dönemde ilgi alanı Fizik ve Sanat Tarihi.

Birinci sınıftaIndiana Üniversitesi,

İkinci sınıftaİsviçre Federal Politeknik (ETH)ve

Üçüncü sınıftaHarvard Üniversitesinde yaz eğitimini alıyor.

2018 yılında iseHarvard Üniversitesinde doktoraya kabul ediliyor.

Niçin edilmesin ki...

Hazır Dünya çapında bir bilim insanı adayı...

Hiç emek vermeden başta Amerika Birleşik Devletlerine, sonra da bütün Dünyaya katkısı hesaplanamaz bile.

Ya yetiştirildiği ülkesi Türkiye'ye...

Çok üzgünüm çok.

Keşke bu tür gençlerimizi dışarıya göndermesek.

İşte o zaman TOGG otomobilini kendi öz kaynaklarımızla üretip Dünya markası yaparız.

Yoksa sadece montajla kalırsın.

Çok üzgünüm.

Furkan sadece bir örnek.

Giden çok var.

Bunun mutlaka durdurulması ve bilime önem veren bir sistemin kurulması şart.

Yoksa içerisi boş olan iyi hikâye anlatıcılarının eline kalırız ve ülkemizin gelecekte beka sorunuyla karşılaşma olasılığı da çok yüksek olur.

Yani zeki gençlerimiz iş başına geçmeli.

Yine Furkan'a dönelim.

Furkan'ının Harvard'da en çok merak ettiği konu: "Canlılığın nasıl başladığıydı"

Doğa bilimlerindeki en ilginç gizemlerden biri deDünya'da yaşamın nasıl ortaya çıktığısorusudur.

İlk canlı hücre nasıl oluştu?

Yaşamı oluşturan süreçler nasıldı?

sorularının yanıtları henüz bilinmiyor.

Bu temel soruların yanıtlanabilmesi için yaklaşık 4 milyar yıl önce, inorganik moleküllerden organik yapılara geçişin anlaşılması gerekiyor."

İşte Furkan buna el attı ve bu konunun bir fizikçi gözüyle incelenmesi gerektiğini düşündü.

Önce bilimsel alt yapısını oluşturdu.

Sonra deneyini tasarladı.

Daha sonra elde ettiği verileri değerlendirerek ilk sunumunu Dünyanın en prestijli bilimsel kurumu olanAmerikan Bilimler Akademisine sundu.

Olağanüstü ilgi gördü ve ortaya koyduğu devrim niteliğindeki düşünceleri, orada kabul gördü.

Bulgularını;"Life İn TheÜniverse II" altında  "Originof Homochirality by Crystallization Preccussor On a Magnetic Surface"başlıklı makalesinde yayınlamıştır.

Furkan Öztürk'ünAmerikan Bilimler Akademisindesunmuş olduğu çalışmasınıCengiz Çalışkan ile yapmış olduğu röportajda Türkçe olarak aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz.

https://www.youtube.com/watch?v=ULoA3IXb3-s&ab_channel=BebarBilim

Videoyu iki defa dikkatlice izledim.

Çok keyif aldım ve çok heyecanlandım.

Özellikle bir molekülün kimyasal yapıdan biyolojik yapıya geçmesindeki bilimsel yorumu çok heyecan verici.

Öztürk'ün çalışmasının temeli; Chiral  moleküllerinin elektron spinleriyle güçlü bir şekilde etkileşmesi sonucu bu   moleküllerin elektronları spinlerine göre seçiyor olmalarıydı.

Öztürk şöyle bir soru soruyor: Chiral  molekülleri, elektron spinlerini seçebiliyorsa elektron spinleri de Chiral moleküllerini seçebilir mi?

Biz fizikçiler şunu biliyoruz: Spinlerinde etkilendiği en önemli fiziksel etki manyetizasyondur.

O zaman yaşamın başlayabilmesi için manyetik bir ortamın olması gerektiği düşüncesi ortaya çıkıyor.

Öztürk, çalışmasında bir tane molekülden başlayarak ifade etmiş olduğu spinal etkisini nasıl organize olarak biyolojik sisteme geçtiğini net bir şekilde gösteriyor.

Bir başka ifadeyle, kimyasal tek bir molekülün manyetizasyon ortamında spin seçici duruma gelmesi ve bu özellik sayesinde bir sonraki adımda uygun spinli yapıları kendi sistemine dahil ederek daha büyük organizasyon yapma yeteneğine sahip olan ve artık kendini kopyalayabilecek biyolojik moleküllere dönüşme yeteneği oluşturması.

Aslında bu çok heyecan verici bir gelişme.

Yani yaşamın nasıl başladığını ortaya koyan net çalışmalardan biri.

Furkan Öztürk'ü içtenlikle tebrik ediyorum.

Fakat bu oluşumun nedenlerini henüz daha ortaya koyamadıklarını ve gelecek on yıl içerisinde nedenlerini de ortaya koyabileceklerini ifade etmesi olağanüstü heyecan verici.

Biz kendisinden on yıl sonra bu keşfin içinde olmasını gönülden diliyoruz.

Belki de olacak.

Fakat Amerika Birleşik Devletleri'nde Boston da olacak.

Niçin Ankara da veya İstanbul da değil de Boston da bu keşiflerini yapsın.

Oturup düşünmemiz gerekiyor.

Toplum olarak bilime bakış açımızı yeniden gözden geçirmemiz gerekiyor.

Beyin göçünün önüne geçmemiz gerekiyor.

Furkan bunu anlamaya çalışıyor, bizde sizlere bu hikayeyi anlatmaya çalışıyoruz.

Değerli okuyucularım, seri yazımıza yaz tatili nedeniyle ara vermek zorunda kalmıştım.

Bununla birlikte hikayemizin en önemli yeri olan Dünyamızdaki yaşamın nasıl başladığını senaryolaştırıyorduk.

Gerçeği söylemek gerekirse en çok zorlanacağımız kısım bu olacaktı.

Fakat Furkan Öztük'ün çalışmalarını okuduktan sonra Dünyadaki canlılığın nasıl başladığına dair düşüncelerim çok daha netleşti.

Artık bir sonraki yazımızda zamandan bağımsız uzay gemimizle Dünyaya doğru yolculuğumuza heyecanla devam edeceğiz.

Bir sonraki yazıda görüşmek dileğiyle?.