Hilal Genç

Ömür Dediğin

Hilal Genç

Bir saat gibi ömür. Yelkovan akrebi, akrep yelkovanı kovalıyor, bazen kavuşuyor, bazen ayrılıyor, bir daire içinde dönüyor duruyor. Ne çabuk geçti dediğimiz zamanın içinde ömrümüz geçiyor. Sevinçlerimiz, acılarımız, kahkahalarımız, gözyaşlarımız, sevdiklerimiz, hepsini zaman gibi tüketiyoruz.

Ve bir gün saat duruyor, ömür bitiyor.

Tercihini sen seç;

Yaşamak, bu kadar basit ve anlamsız

Ya da;

Yaşamak, doya doya, farkına vararak.

Bu hafta sizlere şiir tadında kısa bir yazımla seslenmek istiyorum. Ve herkese sevdiği, sevildiği, yaşamanın hakkını verebildiği kaliteli bir hayat diliyorum.

 

YAŞAMAK

Bir pencere önünde, gözlerim uzaklara dalıyor. Yollar aynı da, gelip geçenler farklı. Ne kadar uzun zaman geçmiş, neleri tüketmişim ömrümle beraber.

Perdesini araladığım pencereden geçen ömrüme bakıyorum.

Issız, sessiz, dili yok duvarların. Soğuk ve biraz da hüzünlü sanki. Tıpkı benim gibi kocaman bir boşluk içinde yapayalnız.

Ayak seslerini duyuyorum penceremin önünde ama hiçbiri tanıdık değil.  Ve bu sesler,  yüzler hiçbiri bana ait değil.

Uzun zamandır çalınmıyor kapım. Ne gelen var ne giden.

Düşüncelerimde alabildiğine özgürken, gel gör ki, şu küçücük odada hapsolmuşum.

İki üç metrekare odada kocaman bir yalnızlık yaşadığım.

Bir başıma, acılarım, sevinçlerim, pişmanlıklarım, keşkelerim.

Keşkelerim, en çok onlar acıtıyor canımı. Hala onları düşünüp keşke diyorum. Keşke!

Yüzümde anlamsız bir solgunluk, artık iyice derinleşmiş çizgiler aynaya yorgun bakıyor gözlerim ve kendimi hazırlıyorum son randevuma.

Beni özlemle sabırla uzun zamandır bekleyen toprak, merak etme hazırım sana kavuşmaya. 

Konuşacak dertleşecek kimsem yok artık.

Sessizlikte tükettim kelimeleri ve sessizce birer birer terk etti tüm sevdiklerim beni.

Yıllar öğretti ki bana;

Kimse sana ait değil ve sen de kimseye ait değilsin.

Nasıl hızla tükettiğimi bilmediğim bir ömrü sorguluyorum.

Kendim için ne yaptığımı, kurallarına göre yaşayayım derken, kaçıp giden bir ömrü.

Şimdi kendimle baş başa penceremin önünde otururken anlıyorum.

Yaşamak adıyla müsemma yaşanması gerekenmiş.

Benim hiç yaşayamadığım?