Prof.Dr. Hüseyin Kalkan

Evrenin Gizemli Dünyasına Yolculuk -9

Prof.Dr. Hüseyin Kalkan

Bu sonsuz boşlukların ebedi sessizliği beni dehşete düşürüyor.

                                                                         Blaise Pascal

Hayat hakkında hiçbir zaman bir sonuca varamazsınız.

Hayat, tıpkı bizim sonsuz olmamız gibi sonsuzdur.

Ne olduğumuz hakkında daha fazla araştırma yapmalıyız.

Yani, ne olduğumuza ilişkin anlam bizim tarafımızdan keşfedilmeyi bekliyor.

                                                                                                       Ramtha

Evrenin gizemli dünyasına yolculuğumuzun en önemli amacı, bütün var edilmişlerle birlikte kendi var oluşumumuzun da, olağanüstü maceralı yolculuğunu, günümüzün bilimsel bilgi birikimiyle açıklayıcı yorumlar getirmek.

O zaman Paul Davies'in şu sorularını sormakla yazıya başlayalım:

Hayat ilahi midir?

Yaratan gerçekten de fizik ve kimya yasalarını ihlal ederek ilk canlı şeyi mucizevi biçimde ortaya çıkarmak için cansız madde moleküllerini manipüle etmiş midir?

Ardından bundan binlerce (veya milyonlarca) yıl önce insanı meydana çıkarmak için bu kez maymuna benzer bir yaratığın genetik yapısını manipüle etmiş midir?

Yoksa hayat karmaşık da olsa tamamen doğal bir fiziksel ve kimyasal etkinliğin sonucu ve insanın uzun ve dolambaçlı bir evrimsel gelişmesinin son ürünü müdür?

Hayat yapay olarak laboratuarda yaratılabilir mi? Yoksa, yaşayabilir olmadan önce ek bir katkı maddesi (ilahi bir kıvılcım) içermek zorunda mıdır?


Bunlar büyük sorular.

Her insan bulunduğu kültür içerisinde bu sorulara kendince mantıklı cevaplar bulmaya çalışarak kendi doğru kavramlarını oluşturma eğilimindedir.


Bu sorular bizi, henüz daha kimin haklı olduğu belli olmayan büyük maceralara da sürükleyebiliyor.

İç çatışmalar ve savaşlar gibi.
Fizikçiler,
"Yaşam veya canlılık nedir?"

sorusuna diğerlerinden daha farklı bir çerçeveden bakmaktadırlar.

Onlara göre, canlı sistemlerin ayırt edici iki özelliği "karmaşıklık"ve"organizasyondur".

Basit bir tek hücreli canlı bile, insanın bugün son teknolojiyle ürettiği herhangi bir ürünüyle karşılaştırılamayacak kadar muazzam bir karmaşıklık ve yüksek organizasyon gösterir.

Bu muazzam karmaşıklık ve yüksek organizasyonu yönlendiren kimyasal süreçler, karmaşık ama yine de son derece düzenli bir biçimde dizilmiş sayısı milyona ulaşan atomlarıyla canlılığın temel yapısı olan en basit hücreleri oluşturan moleküler organizasyonları yönetmektedir.

Nasıl yani?

Tek tek atomlar canlılığın hiç bir özelliğini göstermezken  ne oluyor da bir araya geldiklerinde olağanüstü bir organizasyon göstererek bir canlıyı oluşturabiliyorlar?

İlkel bir canlı oluşturmak için kaç atoma ihtiyaç var ve neden bu sayı?

Canlı hücre içerisindeki bir karbon, hidrojen, oksijen veya fosfor atomu canlı dışındaki benzer bir atomdan farksızdır.

Canlılık, örneğin kütle gibi bir olgu da değildir.

Bu yüzden bir karıncanın yaşıyor olduğundan kuşku duymasak da, boşu boşuna tekil bir karınca atomunun bir yaşama sahip olduğuna dair işaretler ararız.

Bu büyük bir paradoks gibi görünüyor.

Cansız atomların toplamı nasıl canlı olabilir?

Kimileri yaşam olmayan yerden yaşamın gelişmesinin olanaksız olduğunu, dolayısıyla bütün canlı şeylerin içerisinde ek bir maddi olmayan bileşen (bir hayat kuvveti) veya nihayetinde kökenini Tanrı'ya borçlu olan bir ruhani öz olmak zorunda olduğunu ileri sürer.

Şu ana kadar konuştuklarımız, en basit tek hücreli  canlı olan hücreler içindi.

Ya biz insanlar?

İnsan vücudunu meydana getiren atomların;
%65 oksijen,
%18 karbon,
%10 hidrojen,
%3 Azot,
%1.5 Kalsiyum,
%1 fosfor,
%0.35 Potasyum,
%0.25 Sülfür,
%0.15 Sodyum
%0.05 Magnezyum,
%0.70 Bakır, Çinko, Selenyum, Molibden, Flor, Klor, İyot, Manganez, Kobalt, Demir  atomlarıyla birlikte geri kalan eser miktardaki diğer atomlardan oluşmaktadır.

Yani, yaklaşık 7 oktilyon (7.000.000.000.000.000.000. 000. 000.000) atomun olağanüstü karmaşa ve organizasyonu sonucu belki de evrenin en zeki canlısı olan biz insanlara ne demeli?

Fakat bir şeye dikkatinizi çekmek isterim.

Evren ilk 380.000 yılda çoğunluğunu hidrojen olmak üzere ilk iki elementi üretirken, yaklaşık 300 milyon yıl sonra ikinci element olan helyumu yıldızların merkezinde hidrojen atomlarını nükleer reaksiyona sokarak üretmişti.

O zaman, ya bu yazıyı yazanın ya da okuyan sizlerin bedenlerindeki %65 oksijen, %18 karbon, %10 hidrojen başta olmak üzere diğer atomlar nereden geldi?

Bence varoluşun en gizemli ve en muazzam sorularından biridir bu.

Bu soruya cevap aramak için uzay ve zamandan bağımsız hayal gücü uzay gemimizle varoluşun muhteşem anlarına tanıklık ettiğimiz heyecan dolu yolculuğumuza devam edebiliriz.

Uzay gemimizden, olan bitenleri izlemeye devam ederken, yine olağanüstü bir manzaraya tanıklık ediyorduk.

Zaman hızla akıyor, yıllar arkamızda kalıyor, evren hızla genişlemeye devam ederken sıcaklık da hızla düşüyordu.

Uzay gemimizle zamanda hızla yol aldıkça, hidrojen elementini yakıt olarak kullanan irili ufaklı çok farklı büyüklükteki yıldızlarla karşılaşıyorduk.

Enteresan bir durum fark ettik.

Büyük kütleli yıldızlar, hidrojen yakıtlarını çok daha hızlı nükleer reaksiyona sokarak helyuma dönüşerek çok daha büyük enerjiler üretiyor ve  çok daha parlak görünerek çok daha fazla enerji yayıyorlardı. Bir başka ifadeyle hidrojen yakıtlarını hızla tüketiyorlardı.

Bu ise o yıldızın sonu demekti, yani ölecekti.

Küçük kütleli yıldızlar ise, hidrojen yakıtlarını daha yavaş tüketerek daha az enerji yayıyorlar ve ömürleri daha uzun oluyordu.

Uzay gemisinde hepimiz çok heyecanlıydık.

Çünkü şu sorunun cevabını merak ediyorduk.

Hidrojenleri tamamıyla tüketerek helyuma dönüştüren yıldızların sonu ne olacaktı.

Evet ilginç bir şekilde dev bir yıldız hidrojen yakıtlarını bitirmek üzere olduğunu fark ettik ve hemen gemimizin rotasını oraya çevirdik.

Ve izlemeye başladık.

Yıldızın hidrojen yakıtı tamamıyla bitmişti ve hemen hemen tüm hidrojeni helyum elementine dönüştürmüştü.

Yıldız sönmüştü, yani ölmüştü.

Artık, yıldız merkezinde enerji üretemediği için, içeriden dışarıya doğru olan ısı basıncı ortadan kalkmıştı.

Ve yine yıldızda hakimiyet sadeceKütle Çekim Kuvvetine geçtiği için yıldız merkezine doğru yeniden çökmeye başladı.

Bu çöküş milyonlarca yıl devam etti, zaman geçtikçe helyum elementleri yıldızın merkezinde öyle sıkıştı ki, sürtünme nedeniyle merkezdeki sıcaklık olağanüstü artmaya başladı. 

Artık helyum elementleri öyle sıkıştı ki, artık kafa kafaya çarpışarak nükleer reaksiyona girmeye başladılar.

Bu esnada açığa çıkan sıcaklık 100 milyon derece santigrattı.

Heyecanla izlemeye devam ediyorduk ki, bu yıldız artık yeni bir element üretmişti ki, bu da periyodik cetvelin üçüncü sırasındaki Lityum elementiydi.

Bedenimizdeki atomların nereden geldikleriyle ilgili sorularımızın cevapları yavaş yavaş ortaya çıkıyordu.

Çok heyecanlıydık ve çok merak ediyorduk.

Acaba, diğer farklı büyüklükteki yıldızlarda neler oluyordu?

Zaman hızla akarken rotamızı, farklı büyüklükteki farklı yıldızlara çevirerek onları da izlemeye koyulduk.

Sabırla ve heyecanla farklı kütleli yıldızların yaşamlarını izliyorduk.

Yıldızlar sanki biz canlılar gibi doğuyor, büyüyor ve ölüyorlardı. Yani bir yaşam döngüleri vardı.

Gördük ki, yıldızlar kütlelerine bağlı olarak farklı elementleri üreten ocaklar gibiydi.

Daha büyük kütleli yıldızlar, Lityum, Berilyum, Karbon ve oksijen gibi yeni elementler üretmeye başlamışlardı.

Yani vücudumuzdaki bütün elementler yıldızların merkezlerinde yaratılmaktaydı.

Sanki dört temel kuvvet, tamda olması gereken zamanda, tamda olması gereken bir şiddette devreye girerek olağanüstü notalarla yaradılışın senfonisini yazıyor ve evrensel bir orkestrayla  bizlere ifşa ediyordu.

Yaradılışın olağanüstü manzarasını heyecanla izlemeye devam ediyorduk. Evren hem genişliyor ve hem de yıldızlar element fabrikaları gibi bizleri gelecekte dizayn etmek için malzeme üretiyorlardı.

Fakat çok ilginç bir şekilde peryodik cetveldeki Hidrojen, Helyum, Lityum, Berilyum ve Karbon dan Demire kadar olan elementler belli oranlarda var olurlarken, Demirden sonraki elementler henüz daha ortalıkta yoktu.

Bu bizim için çok ilginç ve heyecan verici bir durumdu.

Niçin böyle olduğunu çok merak ediyorduk.

Yıldızlar merkezlerinde Demir elementine kadar olan 26 elementi üretmişlerdi. Fakat Demirden sonraki, Bakır, Germanyum, Uranyum gibi diğer 91 ağır element niçin ortalıkta yoktu?

Onların yaradılışı farklı bir mekanizmaya mı bağlıydı.

Kendimize giden gizemli yolda adım adım ilerliyoruz.

 Zamanda yolculuğumuz devam edecek.

Saygılarımla.

Prof. Dr. Hüseyin KALKAN

Not: Her türlü eleştiri ve sorularınızı  05333465800 numaralı WhatsApp tan veya kalkanh@omu.edu.tr adresinden yazabilirsiniz.