Hilal Genç

Zaman aldı götürdü satamadan getirir mi?

Hilal Genç

Zaman akıp giderken, geçmişte kalanlar, merhaba?.

Bu hafta sizlerle birlikte, geçmişe kalpten kalbe bir sohbet yapalım istedim.

Bu konuyu seçmemdeki amacım, zamanın hızla değiştiği, her şeyin sanallaştığı bir çağda, duygularımızı ve duyarlılığımızı kaybetmeden var olabilmek ve zamana karşı değil ama o gelişip değişirken insan üzerindeki duygusal anlamda olumsuz ve yıkıcı etkisi hakkında kendi yorumlarımı sizlere aktarmak ve izniniz olursa hep birlikte biraz çocukluğumuza inmek istiyorum.

Öncelikle şunu belirtmeliyim zamanın getirdiği yeniliklere, kolaylıklara, gelişmelere karşı değilim elbette ama keşke tüm bunlarla beraber bizi güzel yapan şeyleri alıp götürmese bizden.

Dünyanın durdurulamaz bir biçimde hızla insanlığın sonuna doğru gidiyor oluşu,  her şeyin hızla tüketiliyor, değersizleştiriliyor oluşu, ve hatta değer duygusunun pek çok alanda yok oluşu, sizleri de korkutmuyor mu?

Ben, dünyanın içinde bulunduğu bu süreçin insanları birbirinden ayrıştırdığını, uzaklaştırdığını düşünüyorum. Eski samimiyetlerin kalmadığı, çoğunluğun bencilleştiği, kimsenin kimseyi önemsemediği, değer vermediği bir  zaman dilimi içerisindeyiz.

Bazen eski çocukluk günlerimizi düşünüyorum. "Senin çocukluğunda ne kadar eski olabilir ki" dediğinizi duyar gibiyim. İşte tam da bunu söylüyorum ya. Bana şu anda o kadar eskide kalmış gibi  geliyor ki.

Keşke biz büyürken her şey çocukluğumuzda ki gibi güzel kalsaydı?

Şimdi şöyle rahat bir kanepeye uzanın hep birlikte çocukluğumuza iniyoruz?

Biz çok mutlu çocuklardık,

Canımız çıkana kadar sokaklarda oyun oynardık. Öyle kapı önünde, başımızda annemiz, babamızla falan parklarda değil. Kendi başımıza, özgürce, hiçbir şeyden korkmadan bütün mahalleyi alt üst ederdik. Karnımız acıktımı annemiz ekmeğin arasına domates, peyniri tutuşturur, arkadaşımızla ekmeğimizi bölüşür, oyuna kaldığımız yerden devam ederdik. Şimdikiler o domates ekmeğin tadını bir bilseler Hamburgerin yüzüne bakmazlar bence.

Kız, erkek diye ayırmazdık arkadaşlarımızı tüm oyunları birlikte oynardık. Kan kardeşi olurduk biz,  şimdikiler gibi kanka, bro, diye seslenmezdik.

Herkes eşitti biz çocukken, kim ne marka giymiş diye bakmazdık. Zengin, fakir diye sınıflandırmazdık.  Ha illa birine zengin diyeceksek en çok cicilesi olan en zengindi benim için.

Birbirimizle kavga eder, küserdik, ama çok sürmez barışırdık. Dostluklarımız ve samimiyetimiz gerçekti. Şimdikiler gibi sanal değildik, engeller koymaz, arkadaşlıktan çıkarmazdık.

Küçücük çocuklardık, arkadaşlarımızla el ele tutuşur yürüyerek okula giderdik. "Karşıdan karşıya geçerken sağınıza solunuza bakın" derdi annelerimiz sohbet ede ede okula giderdik.

Şimdikilere bakıyorum da okula servislerle gidildiğinden Annelerin "sağınıza solunuza  bakın " demesine gerek kalmıyor ama zaten hepsinin kulağında bir kulaklık olduğundan değil sağları solları, dünyadan haberleri yok. Oyun alanları bilgisiyar ekranları, arkadaşlarıyla gezip takıldıkları yerler AVM ler , birbirleriyle sohbetleri yok, paylaşımları yok. Tek paylaşım yerleri sosyal medyaları.

Bizim de ekran başına kitlendiğimiz zamanlar olurdu. Susam sokağı izlerdik. Edi'nin Büdü'yü çıldırttığı sahnelere ağız dolusu gülerdik. Kurbağa Kermit'i, sevimli hayalet Casper'ı izlerdik Jerry nin Tom' u peşinden koşturmasını, Var yemez amcanın  ve Bugs Bunny'nin maceralarını  heyecanla beklerdik. Kimse kimseyle savaşmazdı bizim çizgi filmlerimizde, kimse ölmez, kötülük baş rol olmazdı. Belki de bu yüzden daha mutlu çocuklardık.

Sofraya hep beraber oturulurdu mesela. Ailece yenirdi yemekler, kahvaltıya herkes kalkardı. "Siz yiyin ben biraz daha yatacam sonra yerim" demezdik, diyemezdik, çünkü yemek dediğin ailece hep birlikte yenirdi. Sohbet edilirdi sofrada. O sohbet yemeğin tadı tuzu olurdu.

"Bunu mu yiyecez " demezdik biz Annemize ne koyduysa önümüze yerdik. Getir, götür yoktu o zaman, yemek sepeti yoktu. Bir sepet vardı  evet , o da "koy ordan iki ekmek bakkal efendi" diye bakkala sarkıtılan sepetti. Bu ara da çocukluğumda en çok özendiğin şeylerden biri budur çok havalı gelirdi bana.

Letgo diye bir şey yoktu bizim zamanımızda mahallelerde el arabasıyla gezen amcalara eskileri verir karşılığında ne lazımsa ondan alırdık. Kıyafetler ikinci ele satılmaz etrafta ihtiyacı olana verilirdi. Ve bu asla bir aşağılama yerme sebebi değildi. Şimdi bakıyorum da kardeşler birbirine " ben onun eskisini giymem" diyor halbuki biz mutlu olurduk ablamızın abimizin bir şeyini kullandığımızda. Bir olma, biz olma bilinci vardı. Şimdi bir bireysellik almış başını gidiyor.

Düştüğümüz yerde oturur kendi kendimize ağlardık. En baba tedaviydi şeker yada ekmek basmak kanayan yaramıza. Yaptığımız yanlışların sorumluluğunu alır, bedelini öderdik. Sahip çıkardık kendimizden küçük olana

Anneye, babaya, büyüğe saygı vardı biz çocukken. Çekinirdik, imtina ederdik yanlarında davranışlarımıza. Ne mümkün ses yükseltmek, "sen bana karışamazsın ben bir bireyim" demek. Valla yerdik meşhur anne terliğini. Şimdikilere derdimizi konuşarak anlatamazken biz bir bakışından anlardık Büyüğümüzün ne demek istediğini.

Şimdikiler gibi bizim borumuz ötmezdi evlerde, her istediğimiz öyle hemen olmazdı. bayramı beklerdik çoğu zaman yeni bir şey giymek için ve kıymetini bilirdik bize alınan, verilen her şeyin.

Tüm bu değerleri bizden zaman mı aldı biz mi sahip çıkmadık bilmiyorum ama;

Uzun lafın kısası; Belki bazı şeylerden eksik, ama şimdiki çocuklardan daha mutlu çocuklardık?