Akın Üner

BAHARI BEKLEYEN MEMLEKET

Akın Üner

“Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu” demiş ya Yahya Kemal, kar musikileri şiirinde… İşte o hesap…  Millet felaketlerden bunalmış, kara kışın bitmesini bekliyor.

 

Cemreler patır patır düştü, takvimler mart ayını gösteriyor. Yakındır, kasabaların sokaklarını kediler, köy yollarını süt kuzuları şenlendirir.

 

Lakin memleketin üstünde çökmüş bir kasvet, şairin “bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu” diye tarif ettiği hal ile hallenmişiz…

 

Zelzeleler, çığ felaketleri, uçak kazaları, salgın hastalıklar filan… Ardı sıra gelen kötü haberler yetmezmiş gibi Suriye’den gelen şehit haberleri karabasan gibi çöktü yurdun üstüne…

 

                                                 ***

Bencileyin Türkçülerin çok sevdiği bir laftır, “kurt kışı geçirir ama yediği ayazı unutmaz” derler ya hani… Bu kış öyle bir ayaz yedik ki asırlar geçse unutulacak gibi değil.

 

                                                   ***

 

İlkokulda “Gezsen Anadolu’yu” diye bir çocuk şarkısı söyletirlerdi bize… Tastamam sürrealist bir güftesi vardır o şarkının: “Dertlerden kurtulursun, gezsen Anadolu’yu” filan der!

 

Gez de gör… Her yanı ağlayan ana dolu!

 

                                                  ***

 

Kimi ana, şehit evladına ağlıyor kimisi gazi oğlunun şarapnel değmiş yarasına!

 

İşsizlikten boynu bükük yavrularına, el kapılarında şiddet gören kızlarına…

 

Fakirlik, taciz, uyuşturucu, depresyon…

 

Söyleyin… Nasıl gülsün analar?

 

                                                    ***

 

Kabahat kimde derseniz, o da ayrı terane… Neşat Ertaş’ın tezenesi fısıldıyor gerçekleri: “Kendim ettim, kendim buldum… Gül gibi sararıp soldum, eyvah!”

 

Duymaya kulak, dertlenmeye vicdan gerek!

 

                                                ***

 

Yunus Emre’nin yalancısıyım ben: “Evvel bahar olmayınca, kızıl gül açmazmış. Kızıl gül açılmayınca bülbül zârı kılmaz imiş.”

 

Ozan’ın demesi o ki, bahar gelmeden gül açmaz, gül açmayınca da bülbül inleyip ağlamazmış.

 

Neden derseniz, bülbül güle sarıldıkça diken batmasına razı…

 

Ne çare, bahçıvan onu koparıp sattığı halde gül, bülbülün kadrini bilmez. Gider gene bahçıvana gülümser.

 

Yunus bile kabahati bağbanda (bahçıvan) buluyor… “Bre bağban satma gülü / haramdır akçası pulu” diyor. “İnletme âşık bülbülü / Gözün yaşın dinmez imiş.”

 

Velakin, kabahatin büyüğü bülbülde değil mi güzel kardeşim?

 

Boşuna kuş beyinli demiyorlar. Seni ağlatan güle hala ne sarılırsın?

 

                                                ***

 

Bir Ümit Besen şarkısındaki gibi memleket: “Baharı bekleyen kumrular gibi…Sen de beni bekle unutma!” diye sevgiliye sesleniyor.

 

Askere giden evlat, anasına…

 

Cephedeki delikanlı nişanlısına, belki de karnı burnunda karısına söylüyor şarkıyı, bu günlerde:

 

“Ellerin havada, gözlerin yolda… Bir Tanrı’yı bir beni, sakın unutma…”

 

                                                    ***

 

Bir millet baharı bekliyor…

 

Ama “Arap Baharı” gibi karanlık olanı değil…

 

Türk’ün mazisi gibi temizini bekliyor…

 

Ve o bahar günün birinde gelirse, var ya…

 

Tıpkı Ataol Behramoğlu’nun “İlkbahar” şiirinde dilediği gibi…

 

Belki biz de bülbülü dilinden öpebiliriz…

 

Tabii bülbül, onu ağlatan dikenli gülden vaz geçerse…

 

Ve esir olduğu altın kafesten kurtulup o güzel Balkan türküsünü terennüm etmeye başlarsa:

 

“Ben sana aldanamam yârim, ben sana dayanamam…”