Samsunsonhaber Köşe Yazarı Onur Şirin'in kaleminden: ÖĞRETMEN Mİ? OLSUN
Okuduğunuz yazının başlığı ne olsun diye düşünürken üniversiteyi kazandığım ilk yıllarda bir akraba buluşmasında yaşadığım olay aklıma geldi. Bir akrabam ne yaptın sınavı, nereyi kazandın diye sorunca öğretmenlik kazandım diye sevinçle cevap vermiştim. Aldığım cevap öğretmenlik mesleğine bakışı ve yaşanılan sorunları açıklıyordu aslında? "Öğretmenlik mi? Olsun, hiç yoktan iyidir."
Türkiye'de öğretmenlik artık tek bir sorunla açıklanabilecek bir meslek değil. Sınavıyla ayrı, mülakatıyla ayrı, maaşıyla ayrı, itibarıyla ayrı, idarecisiyle ayrı? Her katmanı, diğerini besleyen çoklu bir kriz döngüsüne dönüşmüş durumda.
Ve ironik olansa şu: Eğitim sistemi çökerken kimse gürültüyü duymuyor. Çünkü kimse sınıfa giren o insanı gerçekten görmüyor.
Üniversiteden Diplomalı Bir Belirsizliğe
Yıllarca emek verip mezun olan bir genç düşünün? Hayali öğretmen olmak. Ama karşısında bitmeyen bir labirent:
- KPSS,
- ÖABT,
- Mülakat,
- Yıl yıl bekleyiş,
- Belirsizlik,
- Torpil söylentileri,
- Moral bozukluğu?
- Artık bir de akademi var.
Sınavda derece yapmış bir gencin, birkaç dakikalık mülakatla elendiği bir sistemde sorun artık teknik değildir;ahlaki bir yara hâline gelmiştir.
Her yıl binlerce genç öğretmen adayı, kariyerini eğitim üzerine kurmuşken, "Acaba başka sektöre mi yönelsem?" sorusuyla baş başa kalıyor. Çünkü bu ülkede genç bir öğretmenin geleceği, kendi emeğiyle değil, sistemin rastgeleliğiyle şekilleniyor.
Eğitim Sisteminin Karanlık Aynası: Ücretli Öğretmenlik
Eğitim açığı olan her ülke önce öğretmen atar. Biz ise yıllardır başka bir yol seçiyoruz: Ücretli öğretmenlik.
Aynı işi yapıp farklı ücret alan insanlar? Bir okul içinde farklı statüler?
- Asgari ücretin bile altında gelir
- Eksik yatırılan sigorta
- Tatilde maaş yok
- Nöbet ücreti yok
- Kırtasiye ödeneği yok
- Kadro umudu yok
Bu manzara, modern köleliğin bir tanımıdır ve Türkiye bunu eğitimin göbeğinde uygulamaktadır. Bu tabloyu görüp hâlâ "Eğitimde kalite neden düşüyor?" diye sormak, gerçeği inkâr etmektir.
Liyakat Erozyonu ve Kurumsal Mobbing
Birkaç yıldır pek çok okulda aynı tablo var: Liyakatle değil, sadakatle atanmış idareciler. Yazılı sınavda derece yapan öğretmenlerin mülakatta elendiği; buna karşılık belirli yapılara yakın kişilerin yönetici olduğu bir düzen?
Mobbing artık bağırarak yapılmıyor;
Görmezden gelerek,
Görevden kaçırarak,
Değerlendirmeyle tehdit ederek,
Dışlayarak,
Susturarak yapılıyor.
Böyle bir ortamda öğretmenin uzmanlığı değil, uyumu sorgulanıyor. Bu nedenle, mesleki motivasyon önce soluyor, sonra tükeniyor.
Böyle bir durumda öğretmen sığınacağı bir liman arıyor: Sendikalar?
Normal şartlarda bir öğretmenin başı sıkıştığında, mobbinge uğradığında ya da haksızlığa maruz kaldığında çalacağı kapı sendikasıdır. Ancak Türkiye'de eğitim sistemi, sendikaların "hak arama merkezi" olmaktan çıkıp, siyasi iradenin "arka bahçesi" ne dönüştüğü garip bir paradoks yaşıyor. Öğretmenlerin hakkını savunması beklenen yapılar, ne yazık ki "sarı sendikacılık" eleştirilerinin gölgesinde, üyelerinin ekmeğini büyütmekten çok yöneticilerinin siyasi ikbalini parlatmakla meşgul.
Bu yapı, öğretmeni yalnızlaştırıyor ve "nasıl olsa bir şey değişmez" duygusuyla sessizliğe itiyor. Çünkü insanlar hakkını arayamadığında, önce cesareti, sonra mesleği, en sonunda da hayat enerjisi tükeniyor.
Ekonomik Gerçek
Bir dönem toplumun en güvenli, en itibarlı mesleği sayılan öğretmenlik, bugün birçok evde geçim savaşına dönüşmüş durumda. Büyük şehirlerde kira?gıda?ulaşım üçgeni o kadar baskıcı ki, yeni başlayan bir öğretmenin maaşı daha cebe girmeden eriyor.
Bu sadece bir maaş meselesi değil;itibarın ekonomik karşılığıdır.
Gelişmiş ülkelerde öğretmene verilen değer parayla sınırlı değildir ama mutlaka destekle taçlanır. Finlandiya'da öğretmen "geleceğin mimarı" olarak görülür. Güney Kore'de öğretmen toplumun en saygın figürlerindendir.
Bizde ise öğretmen, çoğu zaman maliyet kalemi gibi görülür. Hatta geçinebilmek için ek iş yapan binlerce öğretmen gerçeği, artık bir toplumsal ayıp olmaktan çıkıp olağan kabul edilmeye başlamıştır.
Değişen Sistemler, Artan Beklentiler ve Tükenen Umutlar
Öğretmenlik bugün, sadece sınıf yönetmek değil; her yıl değişen sisteme adapte olmak, velilerin yükselen beklentilerini karşılamak, öğrencilerin farklılaşan ihtiyaçlarına yetişmek, idare baskısından sıyrılmak, ekonomik yükün altında ezilmemek anlamına geliyor.
Öğretmen artık sadece öğretmiyor; aynı zamanda mücadele ediyor, savunuyor, dayanmaya çalışıyor. Ve bütün bu mücadele içinde giderek yalnızlaşıyor.
Çünkü onu gerçekten duyan, sahiplenen, yanında duran bir politika ortaya konmuyor.
Son Söz
Bugün bu ülkede öğretmenin sesi kısık olabilir. O ses zaman zaman bastırılabilir, görmezden gelinebilir, küçümsenebilir. Ama unutmamak gerekir ki bu ülkenin geleceği hâlâ o insanların avuçlarının içindedir.
Öğretmeni görmeyen bir ülke, geleceğini göremez. Öğretmeni güçlendirmeyen bir devlet, yarına güvenemez. Öğretmeni anlamayan bir toplum, kendi çocuklarını da anlamaz.
Ve artık bu sessiz çığlığı duymanın zamanı geldi.
Çünkü öğretmen güçlenirse çocuk güçlenir.
Çocuk güçlenirse toplum güçlenir.
Toplum güçlenirse ülke güçlenir.
Aksi hâlde kaybedilen sadece bir meslek değil, bir ülkenin yarınları olur.







