Yazıları ilgiyle okunup takip edilen köşe yazarımız Emin Erman 'Gergin Zihinler, Yorgun Kalpler ve Unutulmuş Bir Sakinlik' başlıklı yeni yazısını Samsun Son Haber okuyucuları için kaleme aldı.
GERGİN ZİHİNLER, YORGUN KALPLER VE UNUTULMUŞ BİR SAKİNLİK
Haziran ayında Türkiye'de geçirdiğim tatil, sadece dostlarla geçirilen güzel anlarla değil; aynı zamanda toplumsal ruh halimize dair çarpıcı gözlemlerle de hafızama kazındı. Şehirleri, caddeleri, otobüs duraklarını, hemen hemen her yerde yüksek sesle konuşulan telefon görüşmelerini, kafe köşelerini izlerken fark ettiğim en temel şey, insanların gözle görülür bir huzursuzluk hâli içinde olmasıydı. Sanki herkes bir şeyin eşiğinde? Bir patlamanın, bir kırılmanın, bir taşmanın hemen kıyısında bekliyordu.
Öylesine bir gerginlik sarmış ki ortalığı, küçük bir bakış, ufacık bir söz, hiç olmayacak bir sebeple insanlar arasında büyük tartışmalara dönüşebiliyor. Toplu taşımada, trafikte, market sırasında? Herkes bir an önce patlamak için gerekçeye hazır. Ve bu öfkenin arkasında, aslında büyük bir yorgunluk, umutsuzluk ve sıkışmışlık var.
Bu ruh hâlinin başlıca nedenlerinden biri kuşkusuz ekonomik zorluklar. Hayatın ağır yükü, geçim derdi, geleceğe dair belirsizlikler? Elbette kolay değil. İnsanların her sabah yeni bir endişeyle uyanması, akşamı nasıl edeceğini düşünmesi, doğrudan ruh haline ve ilişkilerine yansıyor. Ama asıl mesele, yalnızca geçim değil. İnsanların kafası da yorgun. Zihinler geçmişin keşke'lerinde ve geleceğin bilinmezliğinde kaybolmuş durumda.
Geçmişte yapılan hatalar, söylenmiş sözler, alınmamış kararlar? Bitmeyen bir iç sorgu. Bunun yanına bir de "ya olmazsa ya yapamazsam ya başaramazsam?" gibi daha yaşanmamış günlerin korkuları eklenince, bugüne yer kalmıyor. İnsan, hâlihazırdaki bulunduğu, şu anı yaşayamaz hale geliyor.
Oysa hayat, sadece şu andan ibaret. Ne geçmiş değiştirilebilir ne de gelecek tahmin edilebilir. Ama şimdi... şu an, elimizdedir. Ve o anı yaşamak, belki de yorgun zihne biraz nefes, kırgın kalbe biraz serinlik getirebilir.
Peki Ne Yapmalı?
Genelde iki türlü sorunla uğraşır biz insanlar, birincisi kontrol edemediğimiz yani bizim kontrolümüz dışında gelişen fakat bizide ilgilendiren sorunlar. İkinciside günlük hayatımızın akışında fakat kontrolümüzdeki sorunlar. Kontrol edemediğimiz sorunlar için her zaman derim ki, "Eğer bir şey senin kontrolünün dışındaysa, ona üzülmek ya da sıkılmak yalnızca kendi iç huzurunu kemirir; olanı değiştirmez, zamanı geri almaz." Çünkü kontrol edemediğimiz şeyler, aslında bizim sorumluluğumuzda değildir. Ve biz insanız, her şeye yetişemeyiz, her şeyi düzeltemeyiz.
Hayat, akışta kalmayı öğrenenlerin daha az yorulduğu bir yolculuktur. Elimizden geleni yaptıktan sonra sonucu kabullenmek, kaderle inatlaşmaktan çok daha sağlıklı bir duruştur. Bazen "bırak olsun, olacağına varsın" diyebilmek, en büyük olgunluktur. Çünkü bazı şeyler, ne kadar çırpınırsak çırpınalım, bizim irademizin değil, zamanın ve hayatın kararındadır.
Teslimiyet zayıflık değil; bilakis, gücünü sınırlarının farkında olmaktan alan bir iç dirayettir.
Kontrolümüz içindeki sorunlar için ilk adım durumu sakin bir şekilde fark etmek... Fark etmek ki çoğu zaman gereksiz yere öfkeleniyoruz. Küçücük şeyleri büyütüyor, kendimizi bile anlayamadan kırıyor, kırılıyoruz. Oysa bazen sadece durmak, derin bir nefes almak, hatta içinizden elliye kadar saymak bile her şeyi değiştirebilir.
Benim de zaman zaman yaptığım gibi... Kendimize bir iki saniye bile zaman tanısak, belki de söyleyeceğimiz o kırıcı sözü yutabiliriz. Tepki vermek zorunda değiliz her zaman. Sessizlik de bir duruş olabilir. Ve bazen en büyük tepki, hiçbir şey söylememektir.
Elbette hayatın zorlukları bir günde geçmeyecek. Ama biz, bu zorluklarla baş etmenin daha insanca yollarını arayabiliriz. Kendimize, çevremize ve içinde yaşadığımız topluma biraz daha sabır, biraz daha anlayış, biraz daha şefkat gösterebiliriz. Ve belki de en önemlisi, geçmişin zincirlerinden ve geleceğin karanlığından sıyrılıp, yalnızca bugünü hakkıyla yaşamayı öğrenebiliriz.
Çünkü hayat ne dündür ne yarın. Hayat, şu andır. Ve huzur, sadece orada bulunur.
Yavaşla? Derin bir nefes al? Sessizliği dinle? Belki aradığın cevap, o sessizlikte seni bekliyordur.
Belki de her şeyin başı; biraz yavaşlamak, biraz içimize dönmek, biraz da hayatı olduğu gibi kabul etmeyi öğrenmek. Herkesin bir derdi var, her ruhun ayrı bir yükü? Ama unutmamalıyız ki, birbirimizi anlamaya çalışmak, empati kurmak, zaman zaman susmak ve sadece dinlemek bile dünyayı biraz daha yaşanır kılabilir. Hayat, kırmadan da yaşanabilir. Ve huzur, dışarıda değil; içimizde, sade bir anın içinde saklıdır. Yeter ki o anı fark etmeye gönlümüz olsun.
Gelecek yazı: Hayat Şu Anda Gizlidir!
