Los Angeles Sokakları Yanıyor: Protesto mu, Savaş mı?

Los Angeles Sokakları Yanıyor: Protesto mu, Savaş mı?

Yazıları ilgiyle okunup takip edilen köşe yazarımız Emin Erman 'Los Angeles Sokakları Yanıyor: Protesto mu, Savaş mı?' başlıklı yeni yazısını Samsun Son Haber okuyucuları için kaleme aldı.

LOS ANGELES SOKAKLARI YANIYOR: PROTESTO MU, SAVAŞ MI?

Bütün dünyanın dikkatle izlediği, Amerika'nın batı kıyısında, güneşli Los Angeles günlerinin yerini duman, siren ve çatışma aldı. Son günlerde şehirde patlak veren gösteriler, salt bir tepki değil, bir toplumun içten içe biriktirdiği öfkenin dışa vurumu. Ancak bu öfke, sadece bağırışlarla değil; yakılan polis araçları, yağmalanan dükkânlar ve sokağa çekilen Meksika bayraklarıyla kendini gösteriyor. İnsan ister istemez soruyor: Bu bir protesto mu, yoksa şehir içinde bir savaş mı?

Olaylar, Trump'ın yeniden gündeme taşıdığı sert göçmen karşıtı söylemler ve özellikle Latin Amerika kökenli sığınmacılara yönelik sınır dışı tehditleriyle tetiklendi. Meksika'dan, Orta Amerika'dan gelen, burada yıllardır çalışan, vergi veren, çocuk büyüten yüzbinlerce insan kendini bir anda hedefte buldu. Ve bu korku, bu güvensizlik duygusu, binlerce kişiyi sokağa döktü.

Fakat işin çığırından çıktığı nokta da tam burası. Zira demokratik bir hakkı kullanarak itiraz etmek başka bir şey, sokağı savaş alanına çevirmek başka bir şey. Protestoların içine karışan organize gruplar, yağmacılar, bireysel fırsatçılar ve özellikle sosyal medya üzerinden kışkırtılan kitleler, asıl meselenin önüne geçti. Artık mesele sınır politikası değil; sokak hâkimiyeti, otoriteye meydan okuma ve sistematik öfkenin bir patlaması.

Elbette bu gösterilerin arkasında sadece Trump'ın açıklamaları yok. Bu, yıllardır biriken sosyo-ekonomik eşitsizliklerin, etnik ayrımcılıkların ve dışlayıcı politikaların sonucudur. Amerika'da doğup büyüyen ama "yabancı" muamelesi gören gençlerin, sınır ötesinden gelen annelerinin korkuyla yaşadığı hayatların, her sabah ICE (Immigration and Custom Enforcements -Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza) baskınları endişesiyle uyanan ailelerin çığlığıdır bu. Ancak çığlık, yakarak, yıkarak ve çalarak söylenince haklılık zemini de kayboluyor.

Bu olaylar, Amerika'nın göçmen politikaları ile yüzleşme biçimini bir kez daha sorgulattı. Trump'ın retoriği kısa vadede seçmen desteği toplamak için işe yarayabilir, ama uzun vadede toplumda tamiri zor kırılmalara yol açıyor. Bir ülkenin sokaklarında kendi bayrağından çok başka ülkelerin bayrakları dalgalanıyorsa, burada yalnız göç politikası değil, aidiyet duygusu da sorgulanmalıdır.

Peki bu nereye gider?

Eğer siyasiler, bu öfkeyi sadece bastırmakla yetinir; arkasındaki sebepleri anlamak yerine, sadece sertleşen güvenlik önlemleriyle karşılık verirlerse, bu tür patlamalar kaçınılmaz olacaktır. İhtiyaç duyulan şey; korkuları anlamaya çalışan bir dil, toplumu kutuplara ayırmayan bir yaklaşım ve göçmenleri "yük" olarak değil, topluma katılmış bireyler olarak gören bir bakış açısıdır.

Sonuçta her bayrak bir kimliği simgeler. Ama yakılan polis araçları, yağmalanan dükkânlar o kimliği temsil etmez; sadece öfkeyi büyütür. Ve öfke büyüdükçe, diyalog küçülür. Amerika'nın şu an en çok ihtiyaç duyduğu şey; bağıran değil, dinleyen bir kulaktır. 

EN ÇOK OKUNAN HABERLER