Av. Kerami Gürbüz Yazdı: 'Arkasında Namaz Kıldığımız İmam Ya Müslüman Değilse?'

Av. Kerami Gürbüz Yazdı: 'Arkasında Namaz Kıldığımız İmam Ya Müslüman Değilse?'

Yazıları ilgiyle okunan köşe yazarımız Samsun Barosu Eski Başkanı Av. Kerami Gürbüz, 'Arkasında Namaz Kıldığımız İmam Ya Müslüman Değilse???!!!' başlıklı yeni yazısını Samsunsonhaber okuyucuları için kaleme aldı.

ARKASINDA NAMAZ KILDIĞIMIZ İMAM YA MÜSLÜMAN DEĞİLSE???!!!

İbrahim Karagül, 02.04.2008 tarihli Yeni Şafak'ta, "Mossad İslâmcısı ile Yahudi İmam!" başlıklı yazısında yazmıştı:

"Kendi ifadesine göre doğuştan Musevi. Babası göçmen. Sabateyist. Ama bir dönem İslamcıların arasında dolaşıyor. O cemaatten bu cemaate girip çıkmadığı hiçbir yer yok. İddialara göre İsmailağa Cemaati'ne yerleşmiş. Bir başka cemaatin tepe noktasındaki insanlarla birlikte olmuş. Muhafazakar bir televizyon kanalında program yapmış. Müftülükten 130 dolara "Müslümandır" belgesi almış. İmam-Hatip Mezunu olduğu sanılıyormuş (kendisi bunu reddediyor).

Ama işin tuhafı çarşaflı bir hanımla evlenmiş. O hanımın içinde bulunduğu gruba göre, kadıncağızı ortada bırakıp çekip gitmiş. Bilinen cemaatlerin dışında belki de daha birçok grubun içinde yer aldı, bilemiyoruz.

İslamcılar arasında dolaşan, en mahrem toplantılara rahatlıkla girip çıkabilen bu adam, şimdi CIA'ya bağlı bir kurumda çalışıyor. Mossad adına çalıştığı söyleniyor. Sabetayizm ve neocon tezler hakkında yazılar yazıyor. Bir zamanlar İstanbul'da çarşaflı bir hanımla evlenen bu adam şimdi Toronto'da bir Sinagogda Rabay olarak görev yapıyor. Hem İslamcıların arasında (hem) de devletin merkezinde "görev" yapabilen bir Mossad mensubu!"

İbrahim Karagül'ün yazısına konu ettiği Cezayir'de faaliyet gösteren "tip"in de yukarıda profili çizilen tipten pek farkı yok. İ.Karagül'ün yazısından Cezayir'dekinin hikâyesini de okuyalım:

"Onun hikâyesi doksanlarda başlıyor. Cezayir'de seçimlerden İslamcı partilerin çıkması, askeri müdahale ve iç savaş dönemlerinde. Küçük bir mescitte gönüllü imamlık yapan Davud Lahdaba adlı genç, mahallede bir kıza evlilik teklif eder. Genç kız bu dindar gencin teklifini kabul eder.

Evliliğin ilk dönemlerinde bu "iyi Müslüman" gençte şüphe çekici bir şey yoktur, her şey yolundadır. Herkes onun dininden ve ahlakından emindir. Üç çocukları dünyaya gelir. Gerçekler ancak üç çocuk dünyaya getirecek kadar uzun bir süre sonra belli olmaya başlar.

Kadının kocasıyla ilgili düşünceleri değişmeye başlar. Çünkü koca tuhaf davranışlar sergilemeye başlamıştır. Karısından cumartesi günleri içinde et olmayan sütlü kuskus yapmasını ister. Yıkadığı mavi renkli kumaşı güneşin altında kurutmaktadır. Cumartesileri arkadaşlarıyla bir araya gelmeye, karısını bu buluşmalardan uzak tutmaya başlar. Odanın kapısından geçmesini bile istemez. Ancak kadın bir cumartesi günü içeriden garip konuşmalar geldiğini fark eder. Bilmediği bir dil konuşuluyordur. Polise gider. Odaya dinleme cihazı yerleştirilir. Kayıtların dinlenmesiyle birlikte şaşkınlık doruğa çıkar. Bizim küçük mescidin gönüllü imamının bir Musevi olduğu anlaşılır. Cumartesi günleri odada ibadet ve toplantılar yapılmaktadır.

Dinlendiğini anlayan Davud Lahdaba bir anda ortadan kaybolur. Sır olmuştur ve bir daha kendisinden haber alınamaz. Kadın çocuklarını Yahudi zannederek sinir krizleri geçirir. Ancak müftünün "çocuklar Müslümandır" fetvasıyla sakinleşir.

Şimdi Cezayir polisi ve istihbaratı bizim gönüllü imamımızı aramaktadır. Belki bir gün onun da, yüz binlerce insanın hayatını kaybettiği Cezayir iç savaşı ile ilgili bilgileri kamuoyuna sızar." 

Her ikisi de dindar Müslüman görünümünde, her ikisi de samimi dindar Müslüman kadınlarla hatta biri çarşaflı bir kadınla evlilik yapıyor ama her ikisi de aslında Yahudi? Her ikisi de kendine özgü laiklik uygulamaları bulunan ve halkının büyük çoğunluğu Müslüman olan Türkiye ve Cezayir'de faaliyet gösteriyorlar.

Prof.Dr. İhsan Süreyya Sırma'nın yıllar önce okuduğum"Sömürü Ajanı İngiliz Misyonerleri" kitabında anlatılanları hatırlıyorum. Kitapta, Osmanlı döneminde,hristiyan oldukları halde Müslüman din adamı kisvesi ile Osmanlı Şeyhülislam'ının en yakınında görev yapmış misyonerlerin hikâyesi anlatılıyordu.

Şimdi ise İsrail'in kuruluşundan sadece 8 yıl sonra 1956'da TelAviv'de MOSSAD'ın sevk ve idaresinde bir "İslâm Üniversitesi" kurulduğunu, buraya sadece Musevi öğrencilerin kabul edildiğini ve bu üniversitede İslâm âlimlerinin (!) ve Müslüman din adamlarının (!) yetiştirildiğini öğreniyoruz. Yine IŞİD/DAEŞ vb örgütlerin yönetici/komuta kademesinde MOSSAD'ın ve batılı istihbarat örgütlerinin yetiştirdiği elemanların bulunduğu da artık internet haber kaynaklarında paylaşılıyor. (Örneğin IŞİD/DAEŞ'in emiri Ebu Hafs el-Haşimi el-Kureyşi isimli şahsın aslında Benyamin Ephraim isimli bir MOSSAD ajanı olması gibi!)

Aklıma ülkemizde de gayr-i meşru, gayr-i ahlaki ilişkileri medyaya yansıyan dindar görünümlü kanaat önderleri (!), domuz bağı yöntemiyle masum insanların katledildiği Hizbullah cinayetleri, dini ve dindarlığı sadece kendi dar bakış açılarıyla yorumlayan ama farklı düşüncelere hayat hakkı tanımayacak kadar katı tavırlar içinde bulunan aslında İslâm'ın temel değerlerinden uzak bazı tarikatlar (!), cemaatler (!) geliyor. Biliyorum ki, bunların yorumlarının ve tavırlarının İslam'la da, dindarlıkla da uzaktan yakından hiçbir ilgisi yok.

Acaba, "sûreti haktan gözüken ama sîreti b..tan olan" bu gibi tiplerden aramızda ne kadar var? Bu tiplerin dînî sosyal yapı üzerinde özellikle de İslâm'ın kamuoyuna olumsuz biçimde yansıtılması çabalarına katkıları ne kadar? Ve en önemlisi çocuklarımızı, gençlerimizi bu tiplerden ve onların kontrolündeki yapılardan muhafaza edip ayrıca çocuklarımızı, gençlerimizi Allah'ın dini İslâm ve Müslümanlık konusunda sahih bilgi ve kaynaklarla aydınlatmakta ne kadar gayretli ve başarılıyız?

Zor sorular değil mi???!!!

EN ÇOK OKUNAN HABERLER