Kaddafi'nin Oğlu ve Samsunspor'un Durumu

Kaddafi'nin Oğlu ve Samsunspor'un Durumu

Samsunspor taraftarı Harun Fırıncı, kulüpteki son durumu yazdı.

III. Selim döneminde Osmanlı sarayında dönen entrikaları kayda geçen vakanivüs bu dönemi anlatmaya "ne Arap kâğıdı ne de Frenk kalemi yeter" demiş. Samsunspor'un durumu da buna benziyor. Hangi birini yazsak neyi anlatsak?

En baştan başlayacak olursak; başkanın kulübün şirketleştirilmesi sürecinin başından beri vurguladığı modern yönetim anlayışının tesis edilmemesi en büyük sorundur. Sn. Başkan Yüksel Yıldırım, G. Garcia Marquez romanlarında emir subayına saati sorup ''siz kaç olmasını istiyorsanız o'dur'' cevabını alan general gibi yönetiyor kulübü. Batı dillerinde kelime kökenini profession yani İş'ten alan profesyoneller yok kulüpte ya da varlar ama sesleri çıkmıyor. Bu durum bana başka bir hikâyeyi anımsatıyor. Libya'nın devrik lideri Kaddafi'nin futbol düşkünü oğlu Sadi Kaddafi'nin hikâyesi.

Libya'nın bir zaman en korkulan adamının oğlu olan Sadi aynı zamanda Libya Futbol Federasyonu Başkanlığı 'da yaptı. Sadi bir dönem ''futbol kariyerini'' sürdürmek üzere İtalyan takımlarına transfer oldu. Dönemin İtalya Başbakanı Berlusconi'nin ülkesinin Libya'yla olan tarihi ve ticari bağlarını hesaba katarak bu transferi gerçekleştirdiği rivayet edilir.  İtalya'da hisselerinin bir bölümünü elinde bulundurduğu Juventus ile antrenmanlara çıktı daha sonra Perugia'ya transfer oldu. 4 senelik İtalya macerasında sadece 2 resmi maçta oyuna sonradan girerek süre alabildi. Ülkesinin takımlarından olan kaptanlığını da yaptığı Al Ahli Tripoli takımının penaltıları rakip kaleciler tarafından kurtarılmıyordu. Kaddafi'nin eski takım arkadaşı Musbah Sengab verdiği mülakatta Saadi'nin pozisyonunu şöyle özetliyor: ''O liderin oğluydu, onunla herhangi biriyle oynuyormuşsun gibi oynayamazsın. O takım takım oyuncusu diyebileceğimiz türden biri değildi'' Bu durum keyfi yönetimin güzel örneklerinden sadece bir tanesi.

Samsunspor'un şirketleştikten sonra geçen süreci kafamda canlandırırken Es- Sadi Kaddafi'nin hikâyesi geldi aklıma? Türkiye'nin Sevilla'sı, modern bir kulüp olma iddialarından bugünlere geldik.  Keyfiyetin hüküm sürdüğü, ben yaptım oldu anlayışının benimsendiği, parası olan konuşsun denilen bir kakofoninin ortasındayız. Başkanın modern kulüp kurma ideallerinden hem başkanlık hem de sportif direktörlük yaptığı zamanlara geldik. Oğlunu basketbol şubesinin başına koyarken, kızının forma dizayn ettiği günlere... Bu bana Napolyon'un fethettiği ülkelerin başına akrabalarını koymasını yani Bonapartizmi hatırlatıyor. Oysa başkan bizlere ''çok meşgul bir iş adamı'' olduğunu, onun yüzünü az göreceğimizi,  iş yaşamında ''Japonlarla'' çalıştığını bunun onda büyük etki bıraktığını ve modern bir yönetim anlayışı benimseyeceğini vadetmişti. Modern yönetim anlayışında iş bölümü, şeffaflık, hesap verebilirlik, yasal ussal bir yaklaşım olur. Bunlardan hiçbiri bizde yok. Aklıma takılan şey ise başkanın kendisinin de inanmadığı şeyleri neden bize uzun uzun anlatıp durduğu?

EN ÇOK OKUNAN HABERLER