Haziran 1, Oturma vizesi, Hürrem, Yazıcı

Haziran 1, Oturma vizesi, Hürrem, Yazıcı

Levent Kaya'nın kaleminden...Haziran 1, Oturma vizesi, Hürrem, Yazıcı

Altıncı ayın 1’i günü Moğolistan’da Uluslararası Çocuk Hakları günü bayram olarak kutlanır ve tatildir. Sabah erken kalkıp boş oturmaktansa çeviriye başladım. O arada hoca hanım mesaj gönderdi. “Bugün hocanın kardeşleri gelecek. Sen de gelebilirsin.” Zaten akşamdan kızlarıyla mesajlaşmıştık. Saat onu geçerken marketten geciken doğum günüm için en uygun fiyata pastayı alıp okulun önündeki otobüs durağına doğru yürümeye başladım. Artık her yere giderken taksi binmek yok. Okulun önünden yürürken hocamın kızı aradı; onlar da evden çıkıyormuş. Subay Orduevinin oraya gitmemi söyledi. İndiğimde onlar da yaklaşıyordu; beni biraz öteden aldılar. Kızı iki ay sonra iki yaşına girecek, tam bir âlem. Oğlan öyle sevimli, her gözüne bakana gülücük atıyor. O da artık kendi başına yuvarlanır, elleri üzerine dikilir olmuş.
Eve gittiğimizde hazırlıklar çoktan başlamıştı. Bilgee bir yandan “Sabah erkenden kalktık, olmayan şeyleri bile bulup getirdik. Bugün herkes çocuğunu bayrama götürecek; buraya gelen olmaz ki” diye söyleniyordu. Saat on ikiye geldiğinde kalabalıklar sırayla gelip gitmeye başladı. Önce hocamın en büyük kardeşi Bold, sonra Pedagoji Üniversitesinde Edebiyat öğretmeni olan Batbayar, sonra ortanca kız kardeşi ve ailesi, sonra küçük erkek kardeşi Buyannemeh… Saat üç gibi ben eve döndüm. Eve gelir gelmez uykuya dalmışım. Akşam yemek yedikten sonra hocam arayıp hatırımı sordu. Ben ayrıldıktan sonra millet yine gelip gitmeyi sürdürmüş; bugün iyi eğlendiler.
Salı günü öğleden sonra oturma vizemin uzatılması işlemi için okula uğradım. Önce bir anket dolduruluyor. Sonra vesikalık… Sırt çantamda kalmış; eve gitmem gerekecek. O arada HIV testi istediler. En yakını yabancı öğrenci yurdunun yanındaki hastanede idi. Seongyong diye Koreli bir genç vardı; psikoloji okuyormuş. Yabancı öğrenci yurdunu bilmiyordu; onu da peşime takıp götürdüm. Oradan muhtarlığa, ikamet almaya gittim. Hükümetin vizeleri uzatmama niyeti burada daha da belli oldu. “Bu adreste mi oturuyorsun?” diye en az dört kere sordular. Tabi orada da vesikalık foto gerekiyordu, dolayısıyla foto almak için eve uğradım. Gittiğimde bu kez kolaylıkla belgeyi verip bir de klasik “Moğolcan ne güzel” tepkisi aldım. Evet, ama benim işim bu. O arada hastaneden tahlil çıktığının mesajı geldi. Bir site adresi ve şifre ile alabileceğim yazıyordu. Dolayısıyla yolu uzatmadan doğrudan okula gittim. Ofise girdiğimde Seongyong oradaydı. Benim tahlil raporumu da alıp getirmiş. İşlem ücreti kırk küsur bin tögrögden yetmiş iki bin küsur tögröge çıkmış. Zaten son aylarda ne çok kâra geçmiştim, bir bilseniz; parayı nereye harcayacağımı bulamıyordum. O arada üç saat geçirdiğimi fark ettim; saat beşe geliyordu. Akşam da Hakan Bey, Mösyo Eduard ve Rıdvan Bey ile Ulaanbaatar’ın ihtiyaç duyduğu yeni açılan Türk Restaurant-Kafe’si “Hürrem Sultan”da bir buluşma ayarladığı için elçiliğe gitmem gerekiyordu. Elçiliğe vardığımda zaten saat beş olmuştu. Altı on beşte elçiliğin avlu kapısında Mösyo Eduard ile buluşup öyle gideceğimizi, Rıdvan Beyin oraya geleceğini söyledi. Bu arada, Fransa elçiliği avlu kapısı ile bizim elçiliğin avlu kapısı yan yana. Elçilik toprakları ilgili ülkeni toprağı sayıldığından Fransa ile resmi sınırımız olan bir, belki de tek yer. Hürrem’in sahibi Halit Sefa Bey bizim için bugüne özel bir sürpriz hazırlamıştı: Karnıyarık. Moğolistan’da bulması çok zor olan yiyeceklerden. Mekan çok güzel, daha da güzelleştirmek için İbrahim Beyle görüşüyorlar.
Gittiğimizde Rıdvan Bey zaten oradaydı. Yıllarca dünya çapında petrol ve gaz işlerinde çalışmış, Norveç çifte vatandaşı bir beyefendi. 2009’dan sonra birkaç yıl bir projede çalışmış. Son iki yıldır da kendi işi için burada olduğunu söyledi. Bana ondan daha önce kitabını veren Erhembayar da söz etmişti; bu kez yüz yüze tanışmış olduk. Yemek ile birlikte söyleşi de on numara geçti. Salgın döneminde zaten bir saat on kuralı var. Biz de saat ona gelirken çıkıp evlerimize döndük. Eve gelince evi ve arkadaşlarımı sırayla arayıp çok da geç kalmadan yattım.
Çarşamba günü öğleden önce Gobi’ye bir uğramam gerekti. Çatının tamiri için ofisi taşıyacaklardı. Bu arada eve de kalan yiyeceklerden almak istedim. Giderken Bilgee’ye de haber verdim. Biraz sonra o da geldi. Hocamın kullandığı yazıcıyı beğenmediği için o da yazıcıyı aldı.
Perşembe günü yalnızca salata malzemesi almak için evden çıktım.
Cuma günü hava çok güzeldi. Öğleden sonra dört gibi çıkıp Çocuk Sarayı’nın önünde biraz güneşlendim. Çocuklar kaç gündür olduğu gibi bisiklet, scooter, kaykay ve patenleri ile eğleniyor, kimi yetişkinler de beşik bebeklerini arabalarıyla getirip havalandırıyor. Ekmek, su ve tereyağı alarak eve döndüm. Almadan olmuyor ama ekonomi iyice açık vermeye başladı.
Geç saatte Vasfi Mamuş aradı. Durumları bildiği için “Param olursa sana bir 25.00 dolar verip bütün sıkıntılarını gidereceğim” dedi. Ona da dediğim gibi, parası olmadığı için böyle diyor. Parası olsa o da görünce yolunu değiştirirdi.
Cumartesi günü erken uyanmadım ama öğleden sonra ikiye gelirken bile gözlerim uykudan açılmıyordu. Artık yapacak iş de yok. Bölüm başkanının Eylül’de çıkacak yayın için istediği makaleyi yazabilirim, ama kaynakların hepsi elimin altında değil. Okulun kütüphanesi salgın başından beri kapalı ve hocam başta olmak üzere kapısını çalabileceğim herkes ay sonundaki seçimle meşgul. Şu seçim bitse de ne olacağı bir belli olsa artık.
Pazar günü kahvaltıda Türk malı çikolata (bu sözün doğrusu “çukolata” değil mi? metin neden böyle düzeltiyor?) bitti. Bir daha alamam zaten, bütçem darda. Günü video izleyip uyuyarak geçirdim. Akşam da son nohuttan yaptığım yemek ve pilav bitti.
“Bari manitam zengin olsaydı” paylaşımımı 26 kişi beğenmiş.