YÜZÜNCÜ YIL

YÜZÜNCÜ YIL

Tufan Akçagöz'ün kaleminden YÜZÜNCÜ YIL

Bugün 23 Nisan.

O büyük günün, milli kurtuluş mücadelesinin önemli bir parçası olan Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılış tarihi.
 
Bu önemli gün, daha sonra yine bizzat Mustafa Kemal Atatürk tarafından 1924'te bayram olarak ilan edildi ve biz 23 Nisan'ı, o tarihten bu yana bayram olarak kutluyoruz. Bu tarihî önemli kılan başka bir husus da, 1929 yılında bu bayramın çocuklara armağan edilişidir ki; işte biz bugün hem bize bağımsızlığımızı kazandıran gazi Meclis'imizin kuruluşunun yüzüncü yılını, hem de bu memleketin çocuklarına armağan edilen, Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nı kutluyoruz. 
 
Ne mutlu!
Mutlu muyuz peki?
Atatürk'ün vasiyeti talan edilip, bir yalan furyası ile memleket idare edilirken..
 
Keşke Yunan galip gelseydi diyenlere methiye düzenlerden milli bayramlara dair birleştirici bir işaret beklerken..
Cumhuriyet tarihi, milli kurtuluş mücadelesi tarihidir.
Bu tarihî incelerken, hem Anadolu'nun işgalini, zafere giden meşakkatli yolu, hem de yerli işbirlikçileri görürüz.
 
Bunları unutmak, yakın tarihten kopmak anlamına gelir.
Bunları bilmemek ise cehalettir. 
 
Atatürk bunlardan 'dahili bedhah' diye bahseder.
Yani, içimizdeki hainler..
 
23 Nisan tarihini hatırlayıp, bu memlekete ihanet edip kaçmayı tercih eden Vahdettin'i, milli mücadelenin başarırız olacağı yönünde yaygara koparanları, mütareke basınını, İngiliz muhiplerini, İslamcılık adı altında emperyalistlerle işbirliği yapanları, bölücü hayaller peşinde koşup yine emperyalist postallara hizmet edenleri unutmak olmaz.
 
Kurtuluş mücadelesi, ihanet Anadolunun dört bir tarafında kol gezerken kazanılmıştır.
 
Olağanüstü bir dönemden geçerken 23 Nisan 1920 tarihinde Millet Meclisi'nin açılmış olması, Atatürk'ün 22 Haziran 1919'da Amasya'da ilan ettiği ve "Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır" ifadelerini tarihe nakşeden Amasya Tamimi'nin birebir karşılığıdır.
Evet, millet ne olursa olsun, buna kendisi karar verecektir.
 
Anadolu'nun her tarafından gelecek olan temsilciler, milletten aldıkları yetkiyle bu mücadeleyi yürütecek ve başarı ile sonuçlandıracaklardır.
Osmanoğulları, Türk milletini yüz üstü bırakıp kaçmayı tercih etmiştir.
Bugünün nâdânı, Osmanlısevicilik yaparken kurtuluş savaşı tarihini unutmuş görünüyor.
 
Bugün, devletin resmi kanalı TRT bile kendi kafasına göre bir tarih uydurma, adeta Vahdettin'i aklama derdi ve çabası içinde.
Bu adamın, İngiliz temsilcisine, yalvaran bir dille hitap eden mektubunu ne yapacağız?
 
'İstanbul İşgal Orduları Başkomutanı General Harington Cenaplarına… İstanbul'da hayatımı tehlikede gördüğümden, İngiltere devletine sığınır ve bir an önce İstanbul'dan başka bir yere götürülmemi talep ederim efendim. 16 Kasım 1922. Müslümanların Halifesi Mehmet Vahdettin'
Halifeye bakın siz..
 
17 Kasım 1922 Cuma..
9 yaşındaki şehzadesi Ertuğrul ile birlikte 10 kişilik kafile, Yıldız sarayı içinde bulunan merasim köşkünün arka kapısından kaçıp giderler..
Bu kaçış, koca bir milletin sırtından inmek demekti, öyle de oldu.
Reaya dedikleri bir milletin, sürü yerine konulan insanların, kendi kaderini tayin etmek için düştüğü yolun zafer getireceğini tahmin bile edemiyorlardı. 
 
Belki Mustafa Kemal savaşı kazanamaz..
Zaten kazanamaz..
Bu pek mümkün görünmüyor.
O zaman bir yerlerden çıkar geliriz, hangi devletin himayesine girdiysek, o devletin gözetiminde saltanatımızı sürdürürüz.
Ne güzel değil mi?
Olmadı.
 
Başaramadılar. 
Ya istiklal ya ölüm şiarıyla yola çıkanlar kazandı.
Ne olacaksak bu topraklarda olacağız diyenler kazandı.
Biz kazandık. 
 
Bugün 'Vahdettin evliyaydı' deseniz, belki de inanacak olan bir kitlenin varlığı bile ihanetten kahramanlık hikayesi çıkarmaya yetmez. 
Gerçekler gün gibi ortada duruyor. 
Bu nedenle TRT filan boşuna uğraşıyor.
Ya tersi olsaydı.
Bir an için düşünün.
Parçalanmış bir Anadolu, sömürge idaresinde vatan toprağı.. 
Burası benim vatanım diyebilecek miydik?
O nedenle, keşke Yunan galip gelseydi diyen hokkabazların kanındaki mikrop ile, bu kişileri el üstünde tutanların kanındaki mikrop, aynı mikroptur. 
23 Nisan 1920, sıradan bir tarih değildir. 
Atatürk'ün, 'Millî egemenlik öyle bir nurdur ki, karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, yok olur' derken işaret ettiği demokrasi seviyesine bugün dahi erişememiş olanları görüyoruz. 
Son İstanbul seçimlerini hatırlayın, ne dediğimi anlarsınız. 
Millet iradesi, toplumun belli bir kesiminin diğer kesimi üzerindeki tahakkümünden çok öte, her türlü azınlığın hakkının korunup gözetildiği bir demokratik yaklaşım olarak ele alınıp kabul edilmelidir. 
Demokrasiden uzaklaşan millet iradesinin bizi sürükleyeceği yer, totaliter bir rejimdir.
Bugün çok mutlu olalım.
Bir an için istisnasız hepimiz çocukluğumuza dönelim ve o güzelim bayram kutlamalarımızı hatırlayalım. 
Temiz elbiselerle, allı morlu fistanlarla katıldığımız 23 Nisan törenlerimizi içimizde yeniden yaşayalım.  
Bu bayramların eskisi gibi coşkulu kutlanmasını, cıvıl cıvıl çocuk seslerinin taklara, fener alaylarına karıştığı geçit resimlerini yasaklayanları da asla unutmayalım. 
Ha bu arada, Cumhurbaşkanı TBMM'nin 100.yıl için düzenlediği genel kurula katılmayacakmış. 
Bence de katılmamalıdır. 
Anıtkabir'deki 23 Nisan kutlamalarına da 2014'ten bu yana katılmadığını biliyoruz. 
Hiç bir eksikliğini de hissetmiyoruz. 
Başta ulu önder Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, bize bu vatanı armağan eden tüm kahramanlarımızı saygıyla anıyorum. 
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız ve Milli Meclisimizin yüzüncü yaşı kutlu olsun.