Koridordaki Sessizlik: Akran Zorbalığına Göz Yummak, Suça Ortak Olmaktır
Samsunsonhaber Köşe Yazarı ve Özel Eğitim Öğretmeni Onur Şirin günümüzün en önemli toplumsal problemlerinden olan 'Akran Zorbalığı' konusunu kaleme aldı
Okul, sadece ders anlatılan, dört duvarı müfredatla çevrili bir yer değildir. Orası, en temelde, insan olmayı öğrenme sahasıdır; empatiyle yoğrulan, karakterin şekillendiği ve hataların törpülendiği toplumsal bir aynadır.
Fakat o aynada uzun süredir hepimizi rahatsız etmesi gereken kirli bir yansıma var: Akran zorbalığı.
Bu mesele, ne yazık ki yaşla sınırlı değil. Anaokulundaki oyuncak rafından başlıyor, liseli bir gencin sosyal medya hesabına kadar uzanıyor. Ve biz, yetişkinler olarak, çoğu zaman bu sessiz yangını "olur öyle" diyerek izliyoruz.
Zorbalık bir şaka değil, sistemin gölgesinde büyüyen bir kangrendir. "Çocuklar arasında olur öyle şeyler" diyerek geçiştirdiğimiz, "şakalaşıyorlar" diye hafife aldığımız her olay, bir çocuğun kalbine geri dönülmez bir çizik atıyor.
Bu bir davranış bozukluğudur. Anatomisi de bellidir: Kasıt, tekrar ve güç dengesizliği.
Bir söz, bir bakış, bir dışlama; kimi zaman da bir ekranın ardına gizlenmiş dijital saldırı? Bunların hepsi aynı acının farklı yüzleridir. Ancak bu suçun faili asla tek kişi değildir. Böyle bir olay yaşandığında bir çocuğun sırtı dönükse bir başkası alkışlıyorsa, biri de sadece susarak izliyorsa; bilin ki o zorbalığın üç ayağı da tamamlanmıştır.
Zorba kadar, o sessiz kalan da sorumludur. Çünkü okulda duyulan her 'masum' kahkaha, bir başka öğrencinin gözyaşını bastırıyor olabilir.
Bu davranışların kökleri sadece okul bahçesinde değil, çoğu zaman evde filizleniyor. Evde sevgisiz büyüyen, varlığını ispat edemeyen bir çocuk, okulda güçle var olmaya çalışıyor. Evde duyduğu öfke dili, koridorda yankılanıyor. Sürekli rekabetin övüldüğü, başarının empatinin önüne geçtiği bir sistemde dayanışma duygusu zayıflıyor.
Sonra bir gün o çocuk, yalnızlığıyla baş başa kalıyor. Bizse bunu "utangaçlık" sanıyoruz. Oysa bazen o sessizlik, bir çocuğun haykırışının en ağır hâlidir.
Rakamlar da bu çığlığı doğruluyor. Veriler açık: PISA 2022'ye göre her dört öğrenciden biri düzenli olarak zorbalığa maruz kalıyor. TIMSS 2023'te ilkokuldaki bu oran %9'dan %16'ya fırlamış durumda. Sadece geçen yıl 185 binden fazla çocuk, zorbalık nedeniyle psikolojik destek almış.
Bunlar birer istatistik değil, yardım bekleyen sessiz haykırışlardır.
Peki, bu vebalin altından nasıl kalkacağız?
Öncelikle "sıfır tolerans" anlayışı, okul duvarlarına asılan bir posterden ibaret kalmamalı. Okul, sadece müfredatıyla değil, iklimiyle de güven vermeli. Öğretmen, fiziksel izlerden çok, sınıftaki o rahatsız edici sessizliği okuyabilmeli. Aile, "sana vurana sen de vur" diyen ilkel savunma mekanizması yerine, "gel konuşalım, senin yanında duracağım" diyen şefkati ve güvenceyi öğretebilmeli.
Ve en önemlisi, öğrenciler, sessiz kalmanın zorbadan yana olmak, yani suça ortaklık olduğunu öğrenmeli.
Zorbalık yaşla geçmez, iklimle değişir. İyi bir okul, sadece bilgi değil; vicdan da öğretir. Bir çocuğun gözyaşını "çocuklar arasında olur" diyerek görmezden gelen bir sistem, ne kadar modern görünürse görünsün,başarılı sayılamaz.
Böylesi bir yapıda, koridordaki o sessizliği fark etmesi gereken ilk kişi elbette öğretmendir. Bütün gözler ona döner. Ancak acı olan şudur ki; bu sistemin en görünmez, en sessiz mağdurları da bazen öğretmenlerin ta kendisidir. Her gün onlarca çocuğun yarasına dokunmaya çalışan, ama kendi yorgunluğunu, kendi tükenmişliğini kimseye anlatamayan?
İşte bir sonraki yazıda tam da o sessizliğe eğileceğiz: öğretmenin yalnızlığına, görünmeyen baskılara ve yıpranan vicdanına.