BİR KÖY MASALI

BİR KÖY MASALI

Av. Tufan Akcagöz'ün kaleminden...BİR KÖY MASALI

Bugün 17 Nisan.


Köy Enstitüleri'nin 81. kuruluş yıl dönümü.


Enstitüler, aydınlanma ocağı, bilgi dağarcığı, bilim yuvası.


Hüneri bol, fenni bol, sanatı aşkın..


'Sürer, eker, biçeriz güvenip ötesine.

Milletin her kazancı, milletin kesesine.

Toplandık baş çiftçinin Atatürk'ün sesine

Toprakla savaş için ziraat cephesine.

Biz ulusal varlığın temeliyiz, köküyüz.

Biz yurdun öz sahibi, efendisi, köylüyüz.'

Köy Enstitüleri marşı, bu dizelerle başlıyor.

'Biz köylüyüz' sözünün, asalet taşıdığı yıllar..

Tabi, milletin kazancının milletin kesesine kalacağı mesajı da, görülmeyecek gibi değil.

Günümüze pek uymuyor sanki.

Cumhuriyet devrimi, harcıalem yenilikler getirmiş değildir.

Hepsi esaslı, hepsi köklü, hepsi içinde başlı başına vizyon taşır.

Bunun en güzel örneği ve hatta kanıtı, eğitim alanında yapılan devrimlerdir.

İşte tam bu noktada önümüze pırıl pırıl kimliğiyle, köy enstitüleri çıkıyor..

'İnsanı insan eden, ilkin bu soy, bu toprak

En yeni aletlerle, en içten çalışarak,

Türk için, yine yakın dünyaya örnek olmak,

Kafa dinç, el nasırlı, gönül rahat, alın ak..'

Enstitü marşı böyle devam ediyor.

Elimizdeki nasır, onurumuzdur diyor enstitülüler.

Bu yüzden alnımız ak ve başımız dik.

Alındaki terle eldeki nasır, onurlu bir yaşam süren insanın iki büyük nişanesidir.

Nişanesiymiş mi diyelim?

Bu dupduru kavramların bir nostaljik jelatine bürünmesine kim, nasıl sebep oldu?

Bu okullar, birer öğretmen değil adeta bilge yetiştirmeyi nasıl başarmış, Cumhuriyet felsefesinde gizlidir.

Düşünsenize, bu güzide kurumlar, hiç kapatılmasaydı..

Ülke, yoksulluk sebebiyle göç dalgalarına maruz kalmasa ve ahali kendi yöresinde mücadele etmeyi tercih etseydi.

Ahmet reis, Güneysu'dan tutup yolu İstanbul'a gitmese, Beşikdüzü Köy Enstitüsü'ne kaydolsaydı mesela.

Anadolu bozkırında bir köy okulunda, gözleri çakmak çakmak çocuklara hayata dair dersler anlatsa..

Tayyip Erdoğan, bir enstitülü öğretmenin oğlu olarak hayata adımlarını atsaydı.

Babasından çokça mandolin dinlemiş olsa; acaba hangi enstrümanı çalıyor olurdu?

Bugünkü Erdoğan olur muydu?

İnsanlara bu kadar tepeden bakıp, kendisi gibi düşünmeyenlere bu kadar acımasız davranır mıydı?

Sanmıyorum.

Çok okuduğunu biliyorum.

Bu defa mutlaka dünya klasikleri okur, kim bilir Fakir Baykurt ya da Aziz Nesin hayranı olurdu.

Robespierre, Rousseau..

Goethe, Faust..

Aisopos ve diğerleri..

Başka bir dünyanın adamı olurdu, kim bilir!

Keşke bu çağdaş cumhuriyet kurumu yaşasa ve bir çok Anadolu insanına dokunabilseydi..

Tarih, keşkelerle yürümüyor nitekim.

Fırsat vermediler!

Acı olan, seksen yıl önceki eğitim öğretim modelini özlüyor oluşumuzdur.

Her gelen siyasi iktidarın elinde her gün daha çok can çekişen eğitim sistemimiz, suya muhtaç kurak topraklar gibi çatladıkça çatlıyor, yarıldıkça yarılıyor.

Bizse, ruhuna fatiha okuduğumuz eğitim sistemimizin önünde saygıyla nöbet tutuyoruz.

Bugün 17 Nisan.

Bir köy masalının başlangıç tarihi.

Kutlu olsun.