Levent Kaya

'80ler Alman popu ve Kolonya

Levent Kaya

Aradaki iki kısa ziyareti saymasak, on bir yıl aradan sonra yeniden Moğolistan’dayım. Bir anda “Sınava girmen gerek. Hemen gel” dedikleri için apar topar yola çıkmak durumunda kaldım ama her şey yolunda.

 

Geldiğimin ardından üç hafta boyunca yazdan kalma havalar yaşadık. Eylül ayında gündüz kısa kollu gömlekle gezmek bu coğrafyada çok olağan değil. Öte beri koşturmam gereken günleri de şans içinde ılık, hatta sıcak havalarda geçirdim. Akşamları her fırsatta Parlamento’nun önündeki Cengiz Kağan alanına gidip, anıtlar önünde resim çektirdik.

 

Başkent Ulaanbaatar’da yerleşim alanına göre çok sayıda özel araç var. Bunun trafik sıkışıklığına çözüm olması umuduyla hafta için her gün plakasının son rakamına göre belirli araçların şehir sınırları içinde yola çıkması yasaklanmıştı. Ama o bile ağır trafik sıkışıklığı sorununa merhem olmuyor. Dolayısıyla şehirde işiniz olan yerlerin yakın alanda bulunması kaçınılmaz olmuş.

 

Bu açıdan şanslıyım. Okulum, evim, ders verdiğim kurum, hepsi bir bloğun birer ucunda, yürüme uzaklığında. Dolayısıyla trafiğe girmem hiç gerekmiyor. Moğolistan’a her geldiğimde hareketsizlikten, özellikle kışları on beşer kilo alırdım. Bu kez her yere yürüyerek gittiğim için kilo kontrolüme yararı olacağını bekliyorum.

 

Okulumun yolu üzerinde, Le BistrotFrançaise adında bir kafe var. Kimi boş zamanımızda oraya gidiyoruz. Hemen her gün burada mesaiye gelir gibi zaman geçiren iki Alman var. Bunlardan biri Golden köpeğiyle gelen epeyi yaşlıca biri. Biraz daha genç olan diğeri, gördüğüm en ilginç insanlardan biri. Elli yaş dolayında olduğunu sanıyorum. Üstünde kendine en az üç beden büyük gömlek, boynunda kravat, yine en az üç büyük beden takım elbise, gömleğin doğal olarak uzun manşeti ceketin yen ağzından geri kıvrılmış, üstelik fiyakalı kol düğmeleri de var. Hava serinleyince Bogart redingotu giymeye başladı. Ama en önemlisi, başından hemen hiç çıkarmadığı, soluk mavi jean başlığı. Bu görüntüsüyle bende ’80lerin Nena, SigueSigueSputnik gibi gruplarını çağrıştırdı. Almanya’da olsa belki de dikkatimizi çekmezdi. Moğolistan için sıra dışı biri. Bu ikili Bistrot’da sıkça karşılaşıp, karşılıklı laflıyor. Havalar serinledikten beri bile oturdukları süre boyunca üst üste soğuk bira içmeleri hâlâ içimi üşütüyor. Saat gecenin on biri ve ısı -9°C. Bu soğukta soğuk içecek!

 

Kolonya’nın evrensel bir kültür olduğunu sanıyordum. Gelince burada bulurum diye yanımda getirmemiştim. Meğer hiç sandığım, düşündüğüm gibi değilmiş. Dahası, kolonya aslında ne büyük bir nimetmiş.

 

Derslerimin iki haftası geçti. İki hocam da mesleğinde iyi insanlar. Birini biraz çaresizlikten seçtim, ama sonra seçtiğime memnun oldum. Belki, ileride derslerimden daha çok söz edebilirim. Ama sizleri ders konularıyla sıkmak istemem. Belki…

 

Perşembe akşamı size yazacak yeni bir konu ile karşılaştım, ama onu önümüzdeki haftaya bırakmaya karar verdim.

 

Merak edenler için, Ölüöne’de sözünü ettiğim Chez Bernard’ın bulunduğu yerin önünden iki-üç kere geçtim. Daha önce bir süre Amsterdam Café olmuştu. O da kapanmış. Şimdi ise bulunduğu cepheye bir sürü yeni ekleme olduğu için, geçmişte tam olarak nerede olduğunu bile kestiremedim. Anılarda kaldı. İyi ki yazmışım.